27 Ekim 2012 Cumartesi

Ortamın Amına Koydum!


Yeni ortamlara pek kolay adapte olan insanlardan olamadım ben. Bu yaştan sonra da olabileceğimi pek sanmıyorum, ne bileyim. Biraz yadırgı durdum yeni ortamlarda, yani sırıttım. Sıcakkanlı oldum hep o ayrı, her daim her zaman çarçabuk muhabbete daldım, süper konular da açtım ama hani öyle ortamın geçici olmasının verdiği rahatlıktandı bu bilirim. Bana ait olmadığından belki de rahattım, rahat davrandım. Ama ne zaman ki bana ait birşey oldu, darlandım, yavaş yavaş kendimi alıştırmaya çalıştım.

Ağzımdan sular akarak aldığım kazağı giyemedim; ne bileyim işte param olmaya olmaya aldığım bir kitabı bile, o kadar merak etmeme rağmen, hemencecik alıp da okumadım, yavaş yavaş gıdım gıdım yanaştım. Benim olmasına odaklandım.

Bunun nedenini hep çocukluğuma bağlarım, belki de düz mantık ya, her şeyi çocukluğa bağlamak, çocukluğuma bağlarım. Kolaydır zaten, çocukluğa bağlamak. Annem sağolsun, küçükken beni dışarı çıkartmazdı, hep böyle cam çiçeği oturtur cam kenarına, elime bir boyama kitabı verir, birkaç tane de boyama kalemi verir, hadi otur bakalım sessizce derdi. Otururdum. Sesim soluğum çıkmazdı, usluca taa babama gelene dek, sesim soluğum çıkmazdı.

Bundandır belki de, ne zaman sokağa çıksam binbir izinle, ne yapacağımı bilemeden, öyle kenarda köşede durur, birinin gel demesini beklerdim. Korkaklıktan mıydı yoksa heyecandan mıydı hatırlayamam o kadarını, pek geçmiş zaman.

İşte bütün bu konu, bu adaptasyon sorunu annemin beni korumak adına dışarıya çıkartmamasıyla başladı. Gerçi yalan da söylemeyeyim, benim de pek içimden gelmezdi, dışarı çıkıp o bilindik oyunları oynarken, terlemek. Onun yerine, evde oturup kendi hayal dünyamda eğlenmeyi pek severdim, severdim de bir yaştan sonra, benimkisi biraz fazla uyuzluğa girdi.

İlkokuldayken mesela, çok usluydum. Fena usluydum, o kadar usluydum ki, servise biner, servisten iner, okula gider, okuldan gelir, dersi dinler, derse çalışır, yaşardım. Ortamlara alışmak da hala sıkıntım vardı, benim olmadığı sürece her ortama pek bir yabancı kalırdım.

Ortaokuldayken mesela, çok sessiz sakin bir kızdım. Yine aynı git gel git gel. Tabi sosyal aktiviteler falan, gırla gitsin, hani o sosyal kulüpler falan. Çok iyi ama yine pek mütevazi. Sessiz. Kravat falan hani, tam böyle kibar öyle hanım hanım. Ortam kavramı benim için pek bir yabancıydı, kelli. Kendimi yarış atı gibi hissediyordum, Anadolu Lisesi'nde okumam aileme pek yetmemişti, ille de Fen Lisesi olmalıydı. Çarçabuk yıllarım geldi geçti o aralar sanki.

Lisedeyken ortam ben gibi görünse de yine kendi içimde bir yalnızlık. Ortamdan uzaklık. Zaten aşk meşk durumlarına aldanıp kendimi ortamdan soyutlayan yine ben olmuştum ya hadi neyse. E yalan değil, 7/24 üniversite sınavına çalışan ben yoktum, yalnızdım ya da öyle.

Üniversiteye gelince durum değişti. Tabiri caizse ortamın amına koydum. Sosyalliğin dibiydim, olmam mı emmim? İlk zamanlar böyle az biraz çekinsem de yırtık hallerimle cidden amına koydum ortamın. Zaten kuyruk acım vardı, terkedilmiştim, boynuzlanmıştım dahası. İşte bundandır ki sıçmıştım ortama. Gerçi sonrasında, yine kendime gelip o değişikliklere alışmayan hale bürünmüştüm. Pek gözel.

Nerden geldik bu konuya?

Ortamlar ve işte soyutlanma duygusu.

Aynen öyle.

Eve geldim mesela, malum bayram. Bayram yazısı yazmayı da düşündüm bir ara ama çok klişe. Hı sanki farklı yazınca çeyrek altın kazanıyoruz ya, e işte eve geldim ve pek bir yabancıladım yine. Bu sefer malum artık tam aile mode: on şeklinde olduğumuzdan, alışamadım. Daha doğrusu, alışamamıştım. Böyle evin fazla düzenli olması şaşırtmıştı. Mış'ti miş'ti diyorum ki gitmeye yakın İstanbul'a, alıştım bu ortama. Zor geldi, ilk maaile kahvaltı falan da şimdi böyle bir güzel ha.

Ama dedim ya ortama ilk giriş pek bir esas nokta ben için, oldum olası sahiplendiklerimi belleyip gerisini unutmuştum ki şimdi sanırım aile muhabbetini de kabullendim. Ne bileyim güzel. Böyle farklı, her ne kadar 20 sene sonra gelse de cidden hoş. Maşallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Vay Edepsiz!Ne Söyleyeceksen Söyle Hadi!