3 Mayıs 2015 Pazar

Yatak Odasında Yaşanan En Harika Dakikalar


Bir umutsuzluktur aldı başını gidiyor, pek can sıkıcı.

Ne zaman eve gitsem, aslında ev-sizliğim aklıma gelir. Nereye ait olduğumu bilememek, yaş 30'a gelip de bunu hala bulamamak pek can sıkıcı. Yurt dışında yaşadığım dönemlerde yabancı olduğum o ülkeye, Türkiye'ye döndüğümde de yabancı olduğumu bilmem, tam bir şoktu aslında. Gel zaman git zaman bu durumu tiye alarak yaşadım, evime gelince özlediğim kendi evim, oraya gidince özlediğim ana baba evi. Hani evlenene kadar ana baba evi gerçek evdir ya, ben oradan ayrılıp kendime ev kurmaya çalışalı çok oldu.

Belki de yoruldum artık, sürekli gurbette yaşamaktan, gurbet kelimesini bile duymaktan.
Eve gidince bana ait bir odanın aslında bana ait olmaması, yatağımın artık iyelik ekinden ayrılması da pek farklı. Yani gel zaman git zaman, adiyet duygumun havada kalması beni yordu belki de ben bundan bıktım, yoruldum!

***

Yolculuk sırasında dinlediğim şarkıların etkisinden midir nedir, pek durgunum. Eskilerle pek alakam olmasa da insan sorguluyor işte, acaba diyor!

Facebook'ta dolaşırken ortak arkadaşımızın sayfasında, üniversiteden bir arkadaşın(!) paylaştığı fotoğraflara denk geldim, yazar burada feysbuku kuran malum kişiye küfreder. Tam o esnada çalan şarkının da büyük bir etkisiyle dalıp gidiverdim eskilere. Bu arada şarkıyı merak edenlere: tıklayınız!

Okulun en kaşarının evlenmiş olması koymuyor da hani dikiş tutturamayan, havada bulsa hamile bırakacak it evladının bile evlenmiş olması fena koyuyor.

Düzeltiyorum:

Aslına bakarsanız, mevzuyu yine evliliğe getirmeyeceğim. Sıkıntım başka bir şey.

Siz de şöyle bir geçmişe baktığınızda yaptıklarınız ya da yapmadıklarınıza bakıp kendinizi başkalarıyla ve onların haketmedikleri hayatlarıyla kıyaslamıyor musunuz? Eğer cevabınız, hayır, kıyaslamıyorum ise, helal diyorum. Ama ben istemsizce kendimi bu çıkmazın içinde buluyorum. Yıllardır şu an bulunduğum konuma gelebilmek için, tırnaklarımla kazıya kazıya geldim; tabiri caizse, ezilmemek için çok direndim. Başardığım anlar da oldu başaramadığım anlar da elbet. Yani, öyle hayat bana altın tepside sunulmadı, belki size de sunulmadı. Ancak, çevreme bakınca bir çok kişinin doğduğundan beri şanslı piçlerden oluştuğunu gördüm, sustum, kızılcık şurubu içtim dedim, kan kussam da. Peki ya sizin, sizin çevrenizde böyle piçler yok mu hiç?

Ama yaş ilerledikçe artık kaldıramaz oldum, belki ailemin yanımda olmaması, belki de saçma sapan nedenler beni daha da zora soktu, sokmaz olasıca.

Ne diyordum?

İşte, okulun en piçinin de evlenmesi....Cidden zoruma gitti. Evliliğin sadece bir imza olduğunun da farkındayım, belki de o imzayı atacağım gün istemiyorum diye kendimi de yırtacağım ama hayatımda herşeyin bu kadar zor ve zorlayıcı olması beni yoruyor!

***

Üniversite yıllarımda, herşeyin daha farklı olacağını düşünüyordum. Şimdi geçmişe bakınca, kariyer anlamında yol almışken, bazı şeyleri pas geçtiğimi fark ediyorum. Hani öyle şarkılardaki gibi çocuk da yaparım kariyer de olmuyor. Olması için sırtını dayayabileceğin bir ailenin olması gerekiyor, bu açık ve net!

Gerçi mutsuz muyum şu an ki yaşantımdan? Cevabım da çok net: Hayır!
Ancak üç kuruş etmeyecek kişilerin toz pembe hayatlarını gözüme sokmasından nefret ettim. Gözüme soktuklarının kendilerine beddua olarak döndüğünü bilseler acaba ne hissederlerdi? Saçmalık.

Tıpkı bu yazıya koyduğum başlık gibi. Saçmalık.

24 Nisan 2015 Cuma

Kısa Mesajda Bile 160 Karakter Var, Bazılarında 1 Tanesi Bile Yok!


Bizim millet olarak bir gösteriş merakımız var ki çocukluğa insek çözülecek dert değil!

Belki de çocukluktan başlayan, nesiller boyu devam eden, nesilden nesle devam eden bir merak. Hani erkek evladı olduğunu millete onaylatmak ya da "bakın la valla erkek evladımız var" diye ispat etmek isteyen ebeveynler gibi, tutun pipimizden yatak odamıza kadar her şeyi göstermeye meraklıyız. Mesela, yeni evlenen çiftlerin evini ziyaret eden herkes, şöyle mırın kırın ede ede bütün odaları gezerken, söz konusu yatak odası olunca detaya iner, her haltı iyice inceler.

Ya da daha öncesinde, bazı yörelerde, bitmeyen tükenmeyen, bitmek istese de izin verilmeyen adetler vardır: çeyiz serme, çeyiz gösterme. Artık ne derseniz. Gelinin çeyizini görmeye gelen, herkes, özellikle pek sevgili (!) teyzeler, her şeye beğenmeyen gözlerle bakarken, söz konusu yatağın örtüsü, gelinin bohçası, damadın donu olunca pek afilli itina gösterir. Dedim ya bizim pek bir gösteriş merakımız var, gösterirken elletmeyen cinsinden...

Aldığımız dondan, arabaya kadar her şeyi göstermek istemiyormuşçasına göstermemiz de ayrı bir durum. Haberim yokmuş gibi panpa muhabbeti içinde resmen bir sidik yarışmasındayız. Oysa pipisi büyük olan daha uzağa işer bunu bilmemek elde değil.

Tuhaf insanlarız vesselam.

* * *

Öz eleştiri yapmak gerekirse, hayatım boyunca madden hiç bir şeye gram değer vermedim, ha tabi bazı başarılarımı insanların gözüne götüne uygun her yere göstere göstere soktum, o ayrı. - hakkettiler. Ama hani maddesel hiç bir şeye önem vermedim. Her ne kadar .mac ayrı bir olay olsa da Iphone tutkum olmadı, olana da şaştım. Geçenlerde arkadaşlarla buluştuk da  masadaki tek Iphonesuz yaratık bendim. Ya da bazı hatunlar gibi çantam olsun Louis Voitton demedim. - yazar burada yaşına, konumuna aldırmadan, resmi kıyafetine rağmen, işe, alışverişe, her yere sırt çantasıyla gittiğini açıklar.

Olamadım.

Belki de egomun gösterişin yanında solda sıfır olmasından. Egoist değilim ama Superegom olağanüstü.

İnsanların bitmek bilmeyen meraklarından, bu meraklarını, aldıklarını, sattıklarını göze soka soka göstermelerinden gerçekten gına geldi. Aslına bakarsanız bunun bir tür şizofreni olduğuna inanıyorum; bittabi bu konuda konuşacak konumda değilim ama insanların kendi  yarattıkları dünyadan başka her şeyi siktir edip merkez noktası "ben" muhabbetiyle hareket etmesi  cidden fena.


Vygotsky'e göre,  herkes çevresel etkilerden dolayı, kirlenirmiş. Anasını satiiim, çevreyi bok eden kim acaba? Birbirinin aynı olmaya çalışan bizler değil mi?

Şimdi bu kadar konuşup da nereye varacağımı merak edenlere cevabım: hiç bir yere. Benim de cevabını kendime veremediğim sorular ya da konuştukça kendimi kaybedeceğim durumlar var, o yüzden bu kadar lagırtı yeter.

Gidip biiii kahve içeyim.



22 Nisan 2015 Çarşamba

Biz Kırk Kişiyiz Birbirimizi Biliriz!


Eskiye nazaran, Facebook'ta daha az zaman geçirir oldum, yalan değil, kendimi bütün o aptal oyunlardan ve saçma sapan videolardan arındırdım. Zaten o oyunlara bir kere bulaştın mı sittin sene siksen ayrılamıyorsun. En fenası da oyuna tam ısınmışken bir anda karşına 746274 parça çivi iste, 7372 kere tıklan gibi hede'ler çıkınca göt gibi kalmaktı. Kaç kere kendime feyk hesap açıp, sonra o feyklerle arkadaş olup, o feykleri belli bir seviyeye getirip kendime istediğim ürünleri gönderdim, sayısını unuttum. Çoğu zamanda o feyk hesapların adreslerini, şifrelerini ve dahasını unutup yeniden feyk hesaplar açtığımı saymıyorum bile! Hayır, gmaili bu kadar çok kullandığım için bana "Yılın En Gerzek Kullanıcısı" ödülünü verseler, şaşmam! Şimdi bu konuya nasıl geldim, bilmiyorum ama asıl mevzuya döneyim! - yazar burada nereye varacağını hatırlar!

Zamanımı boşa harcamayacak kadar çok önemsemeye başladım. Belki de büyük şehrin derdi büyük olur hesabı, daha da kıymet verir oldum bazı şeylere. Bu yazıyı yazmamın amacı neden bloguma eskisi kadar girmediğimi bir şekilde beni seven sevmeyen kişilere durumu izah edip üzerime düşeni yapmak.

Bir kaç yorum aldım, hatta yayınladım da: en son Kociş isimli yazımda aldığım bir yorum fena güldürdü beni, hatun nasıl okuduysa ya da neresiyle okuduysa bir türlü anlayamamış. Ben kelimelerden, aşkı basite alan insanlardan nefret ettiğimi anlatmaya çalışırken hatun benim özel hayatıma saldırmış. Saldırsın, canı sağ olsun ama hala insanların anlaYAMADIĞI şey şudur:

Şu hayatta en nefret ettiğim şey, birisine muhtaç olmaktır! Bu annem babam bile olsa gücüme gider, beni düşündürür yorar! Kaldı ki sanal alemde bile oyun için bile olsa birine muhtaç olup, hayatımı birinin yönetmesine tahammül edemem. Demem şudur ki:

Uzun süredir durum:nişanlı olmam  hiç de derdim değil. Hayatta bundan daha önemli işlerim var, şükürler olsun. İnsanların ne dediğine aldırmamak karakterimin bir parçası olduğundan mıdır nedir, her sene yaş atmam ya da benden küçüklerin bile doğurması zoruma gitmiyor. Mahalle baskısını liseye geçtiğim sene bir kenarda bırakmıştım, şükürler olsun!

Bazen evliliği bir kaçış gibi gören, nikahlı olunca daha 'namuslu' olunacağına inanan insanların aslında ne kadar aciz olduğunu, tabiri caizse sırf elalem ne der derdiyle yaşayan yasal orosbularına acıyorum.

Hele de öncesini unutup da bir anda ideal eş (!), ideal gelin (!) ve ideal anne (!) gibi davranan hatunları gördükçe halime binlerce kez şükrettim, en kıyağından aferin çektim.

Neticede dün boktun, bugün koktun dediğim insanları tanımak bu kadar da zor olmasa gerek!

21 Nisan 2015 Salı

Koç'iş!


9gag'den alınmıştır.

İnsanlar yüzünden erkek-kadın ilişkilerinden nefret eder oldum. Sağolsunlar!

Bugün kaç zamandır uyuduğum tek gün olmasına rağmen, sabah 9 civarlarında uyandım. Uyanır uyanmaz, ne yapsam karmaşasından sonra, Ikea'ya gitmeye karar verdim. İstanbul'da yaşıyorsanız ve evinizi seviyorsanız, yok lan bu muhabbete girecek değilim, kahvaltısı güzel, ucuz diye, bir de alışveriş yapayım diye kendimi atıverdim Ikea yollarına...

Ikea'ya varır varmaz, bok var arkadaş dedirten sahnelerle karşılaştım. Her yer anne baba, çoluk çocuk torun tombalak, karı kız sevgili, fingirdek...Uzun upuzun kuyruklardan sonra kendime bir masa buldum. Şu dünyada tek başına kahvaltı yapmanın hata olduğunu bilemeden, ne haddime bir masaya oturdum. 

Arkadaş, gelen giden herkes önce tepsime, sonra masaya sonra da bana bakıyordu. Ah aciz bu ne! dercesine mal mal bakıyordu. Ben pek aldırmadan, güzelce kahvaltımı yaptım. Yaparken de milleti kesmeye başladım. Maşallah millet, sığırını beslemek için gelmiş sanki, Allah ne verdiyse doldurmuş tepsisine. Afiyet olsun gözümüz yok da hani n'oluyoz!

Kahvaltı, beleş kahve derken...mağaza bölümüne ineyim dedim, bin pişman oldum. Bedava dağıtıyorlarmış da benim haberim olmamış sanki, herkes arabaları doldurmuş, almış da almış. Yeni evlenen ya da evlenmeye aday çiftlerin mıç mıç halleri, beni kendimden soğutacak şekilde, arabama attığım bir kaç minderle alışverişe devam ettim.

Tam böyle biraz kendime gelmek için en sota yere arabayı çekmiş otururken, bir çiftin konuşmasına kulak misafiri oldum. - yazar burada yalan söylüyor, aleni dinlemiştir. Kadın, bütün seksapelitesini Ikea mağazasına boşaltırcasına ağzından düşürmediği "kocişine" anlatıyordu. Mevzu bahis olan şey, salonlarına nasıl da yakışacak olan aynaydı. Hayır arkadaş, beni kesseniz ben bir ayna için bu kadar dil de dökmem. Gerçi işin içine girince belki de hatunun aynayı alacak parası uehaueha he la! Kocişi de karısını kendisine çekerek benim karım lan bu istediğimde alırım dercesine aynayı alacak kadar zengin bir erkek olduğunu, tabi balım- ne bal! diyerek anlatıyordu.

Tiksindim!

Zaten kadın ya da erkek herhangi bir cinsiyetin, bu kadar mıç mıç aşk yaşaması ya da yaşadıkları aşkı böyle ulu orta ortaya dökmesi oldum olası midemi bulandırır. Zaten kocasını ulu orta, olmadık yerlerde mıncıklayan hatunların da sadece nikahlı orosbu olduğunu düşünmekteyim, alınmaca darılmaca yok! Ne diyordum, işte bu mıç mıç aşklardan sonra, en nefret ettiğim şeyin, böyle çiçekli böcekli kısaltmalar olduğunu söyleyebilirim.

Kociş, boncuk, minnoş, aşkitom, aşkitonutellam, aşkilottam...Bokum, böceğim.

Bir tanıdığım var mesela. Hatun 40'lı yaşlarında, sonradan kendisini sekse adamış bir hatun gibi davranıyor. Önce bir zahmet dişlerini fırçalasa da 63272 metreden ağız kokusu gelmese keşke! diyorum her seferinde, o ayrı. Bu tanıdık hatun abla, kendisine pek akıllı telefon almış, pardon kocişi almış, kocişi çay demlemiş, kocişi hede hüde, hay senin kocişini derler...Kocişi de görseniz...

Adama yazık. Hatuna nasıl yetiyorsa dedirtecek bir surat ifadesi var, her gördüğümde gülesim geliyor ya o ayrı.Belki kociş kelimesinin ayrı bir afrodizyak etkisi falan vardır da ben bilemedim!

P.S: Laf aramızda az önce google'da kociş diye arattım, karşıma abidik gubidik 832842 blog çıktı ve her birisi de kocişinden bahsediyor, ueja ne diyeyim, kedi sizin kocişinizi!

Kendimle Gurur Duyma Sebebim!


Kendimle gurur duyduğum bir çok şey var aslında, iyi bir evladım mesela, çok vefalı bir dostum, kadir kıymet bilen bir insanım, çalışkan bir öğrenciyim, harika bir iş kadınıyım, mükemmel bir kardeşim, yardımsever bir bireyim ve çok sadık bir kadınım. Yok, gerçekten abartmıyorum. Gaza gelip de kendimi falan da övmüyorum, bazen mütevazı olamadığım bazı konular var, kimse kusura bakmasın.

Kendimle gurur duyduğum başka bir mevzu da Türkçe'yi iyi kullanmam, kalemime güvenmem. Belki de mesleki açıdan elimden geleni ardıma bırakmamak adına, en iyisini yapmaya çalıştığımdan...

Şimdi bu muhabbet nereye gidecek derseniz, bir sonuç isterseniz...

Geçenlerde yazdığım bu yazıya kıymet veren  Roket Osman kardeşimizin bana yaptığı bir jest. Kendisini pek tanımadığımı itiraf ediyorum ama sağolsun almış yazımı, Öğrenci Mutfağı'nın 6.sayısına yerleştirmiş, hem de en baş köşesine. Tamam en baş köşesine diyerek abartmış olabilirim :x Buraya tıklayıp siz de okuyabilirsiniz belki. Hatta okuyun la!

Ve bilemiyorum, cidden kendime gurur duydum, pek gurur duydum. Yaşım 30'a yaklaştıkça, ardıma baktıkça, her ne kadar bir çok şey de pişmanlık duysam da, kendime olan saygımın, güvenimin artması... Şükürler olsun.

Tekrardan beni mutlu ederek üzerimdeki gün yorgunluğunu atan Roket'e sağol varol yaşaaa! diyorum. Hadi o zaman kahve içelim.

P. S: Çevirdiğim kitaplar bile bana bu kadar haz vermemişti, şu an duyduğum huzur pek tarifsiz!

11 Nisan 2015 Cumartesi

Kadına Şiddete Hayır!



Ne yapacağını bilememek bu olsa gerek.

Alt katta yaşayan tek çocuklu aileye karşı ne yapacağımı bilmiyorum.

Çocuklu aile diyorum ama aklınıza düzgün bir aile gelmesin, başlı başına sorun.

Çocuk dersen...Tam ergenlik çağında adı gibi, Efe'lenen biri. Dışarıda kediden bile korkup da hani eve gidince efelenen tiplerden.

Ergenlikten öte bir sorun. Sanırım tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlığı olduğunu düşünüyorum, gerçekten. Özellikle annesine karşı ettiği küfürler ya da duvara fırlattığı şey'lerin çıkardığı sese bakınca, evet gerçekten sorunlu!

Baba dersen...Evet, sperm babası, iskele babası, hede babası, bok babası. Adamı daha görmedim ama maşallah sesini, düzeltiyorum, küfürlerini 7/24 duydum. Duymaz olaydım! Hayatımda duymadığım, duysam da anlamayacağım tarzdan küfürler. Önce eşine, sonra da çocuğuna hiç çekinmeden, pervasızca saydırdığı küfürler. Orosbu çocuğu!

Anne dersen...Evlenmek için evlenen, mahalle baskısıyla seçme şansı olmayan, en azından dışarıdan görünen,dışarıdan anlaşılan, bir kadın. Yaşı kaç bilmiyorum ama 40 bile olsa, 50 yaşında görünen bir abla. Hayatını bütün gün camda geçirmeyi planlamışçasına, sadece ye, iç mode:on şeklinde gezen bir kadın. Kınamıyorum, kızmıyorum ama...Balkondan pencerelerine bakınca, en son yaptığı temizliğin M.Ö 600'lü yıllara ait olduğunu düşünüyorum.

Bilmiyorum, kınamıyorum, üzülüyorum.

Ve artık dayanamıyorum! DA-YA-NA-MI-YO-RUM!

Saat 21.35 olmuş, yine başladılar. Bu sefer, babanın sesi daha da yoğun geliyor, belli ki yine dayağa başladı, çünkü yine çocuk bas bas bağırıyor. Anne acaba nerede, ne durumda bilemiyorum bile!

Ve o kadar komik ki...Şu koca apartmanda bu sesi duyan tek kişi benim.
Komik di mi?

Evet, gerçekten bu ailenin her gün, her saniye gürültü yapmasını, kavga etmesini, dayak seslerini, küfür seslerini duyan tek kişi benim! Acaba millet sağır mı oldu? Gerçi bu sorum da ne kadar yersiz!
Bana dokunmayan yılan hesabı millet susmuyor, aldırmıyor.

Ama ben dayanamıyorum, cidden!

---

Annemle babam kavga etmeye başladıklarında ben 8 yaşındaydım. Sanırım 8.
Kavga sebebi, malum. Annem haklı. Belki ifade etme şekli yanlış. Anlıyorum ama annemi. Büyüdükçe daha iyi anlıyorum. Can acısıyla saldırıyordu babam, can deyince manevi acı. Yuvasını korumaya çalışan, yapma etme yazıktır, iki evladımız var dediğini hep hatırlarım.

Babam. Kavak yelleri esiyordu başında sanırım. Babalığın sadece spermle alakası olduğunu düşünüyordu o zamanlar, şu an içinde pek bir şey diyemem ama.

Annemi hatırlıyorum. Hep gözümde o boktan sahneler. Babama yine veryansın ederken...Babam perdeyi tutuşturmuştu, annem masanın üstündeki sürahiyi alıp koşmuş, söndürmüştü. Babam, sigarasını kanepede söndürmüştü, sonra küllüğü annemin kafasına fırlatmış, şükür ki ıskalamıştı. Ama sonra olanlar olmuştu...Anneme kalkan eli hatırlıyorum, dudağının patladığını...Haykırışlarını. Salon camının tuz buz olduğunu ve annemin koşarak odamıza geldiğini...Bizden ne umuyorsa artık, ah annem! Babamın beni görmesiyle utanmadan la havle çekip gitmesini...Sonra anneme pansuman yaptığımı...Şu an bile ağlatıyor bunları anlatmak, hatırlamak.

Kimse duymuyordu. Duymamıştı. Alt katta oturan dedem, bir alt katında oturan amcam ve diğer kattaki diğer amcam. Duymamıştı. Polisin kapımıza geldiğini, bizi bile karakola götürdüklerini...İşlerine gelmediğinden duymamıştı...Ama ben duyuyorum. Alt kattaki kavgayı, küfürleri, tokat seslerini...Duyuyorum. Herkes gibi kulak tıkamıyorum.

Tıkamıyorum da ne yapabilirim!

183 Aile, kadın, çocuk ve yaşlıya destek hattı...Aradım. Hattaki bey, bana yardımcı olamayacağını, aile içine giremeyeceklerini, karışamadıklarını söyledi. ŞOK! O zaman bu hattın, 736295 kez yayınlanan reklamın anlamı ne! Gerekirse 155'i arayın, ama aileden birisi bir şey yok derse bir şey yapamayız dedi!

Böyle dangozluk olur mu? Sesleri sağır sultan duydu, aileden birisi anne ya da baba sorun yok dese bile sorun olmadığına nasıl inanırlar?

Avrupa ülkeleriyle kıyaslanmayı, kıyaslama yapmayı hiç sevmem, yaptırmam da ama... Ama hak ediyoruz arkadaş, cidden hak ediyoruz! Diğer ülkelerde gık çıksa, polis kapıya dayanır, sonra çocuğu alır gider. Koca ülke büyükleri bunu bilemiyor mu? Hayır, bilemiyorlarsa bir zahmet dandik kanallardan birini açıp dandik 7372 kalite bir film izlesin de öğrensin!

Sonra çıkıp da bıdı bıdı etmek...Yok kadına şiddete hayır, yok efendim işte kızlarımız ölmesin naralarını atmak cidden kolay. Peynirle laf gemisi yürüse...Zaten Türk milleti olarak bir konuşup üç düşünsek şu an yaşadıklarımızı yaşamayacağız belki de. Ama biz düşünenlerimizi de ya vururuz ya da içeri atarız ya da vatan haini ilan edip gömeriz. Konuşmak daha kolay neticede, düşünmek için beyin gerek!