10 Mart 2012 Cumartesi

İyi Günler Adına

Küçükken en büyük hayalin ne diye sorsalar, Kevin'la evlenmek derdim. Neticede, Sindy'de olan o uzun sarı saçlar ve mavi gözler bende yoktu. Her ne kadar evcilik oynarken, Sindy ve Kevin'ı ıssız adaya düşürüp, önce birbirlerinden nefret etmelerini sağlayıp, sonra evlendirsem de, hep kendimi bir Sindy'nin yerine koyardım. Issız ada, nereden bilinçaltıma girdi bilemicem ama Türkan Şoray'lı Ediz Hun'lu filmlerin üzerimdeki etkisini yadsıyamam.

Sindy ve Barbie arasındaki fark nedir ne değildir hala bilmem ama birisi bana Sindy mi Barbie mi diye sorsa hep Sindy'i seçerdim. Belki dilime dolanan isminden belki de daha kolay söylenmesinden öte, Sindy daha bir cazip gelirdi. Orosbu Barbie yerine Orosbu Sindy demek daha mı kolay olurdu, hiç düşünmedim. Neticede, o vakitler orosbunun öcü olduğunu sanacak kadar masumdum. Şu an masum muyum diye düşününce ara ara duruyorum. Birşeyleri bilmek yaşamak anlamına gelmez bilirim de yaşamayınca masum mu kalınır bunu bilemem işte.

Her sene dönemin sonlanmasını, okulun tatile girmesini isterdim. Bunun sebebi, uyku ya da bol oyun değildi, bunu herkes bilir. Babamın anneme kıza hediye al diye verdiği paranın benim için anlamı sonsuzdu, gerçi annem bazı zamanlar, eşim iş çıkışı uğrayacak Tahsin abi der, bana istediğim her oyuncağı almam için gülümserdi. Sahi o zamanlar annem ne çok gülümserdi. Şuan yüzündeki gülümsemeler olabildiğince, sönük. Öyle o bebekli yıllardaki gibi, gözlerinin içi gülmedi annemin. Gerçi hangimizin gülebildi ki?

Babam, gerek esnaf gerekse resmi kurumlarca bilinen, saygınlığı sonsuz bir adamdı. Hoş, hala öyle ama eskisi kadar vasfı kalmadı. Yıllarca kendi şehrinden uzak kalması ve yaşattıkları insanların zihninde hoş anılar bırakmadı belli ki. Ama babam yine de, yine de saygın bir adamdır.

İşte, her karne günü annem karne almama tanık olurdu, gelir, elindeki fotoğraf makinesiyle beni, arkadaşlarımı, öğretmenimi saniye saniye çekerdi. Bu yüzden o yıllara dair o kadar çok fotoğrafım var ki. Belki de bu yüzden, fotoğraf çekilmeyi sevmem. Yüzümdeki gülümsemeler hep yapmacık gelir, belki de ondan. Sonra, şaşırmış gibi, bakalım karnemize der ve aaaa hepsi 5, afferin kızıma diye f harfi üstünde vurgusunu yapardı. Annemin o yarı şiveli konuşmasına gülüp kızarırdım. O zaman, biri adımı zikretse mim duracak kadar utangaçtım.

Sonra, elimden tutar, ilkokulun karşısındaki o şehrin en ünlü oyuncakçısına götürüp hadi seç derdi. Bir baban için, bir de benim için. O günün bana özel olmasından ötürü, kardeşime alınmayan oyuncakları da alırdım, O da sevinsin isterdim. Değişmez gerçeğim, Sindy'lerimdi. Her birisi farklı, farklı ayakkabıları, tokalarıyla Sindy'lerim. Bacakları katlanabiliyorsa ve etse bacakları kaliteliydi. Ucuz da değildi. Ama alınırdı işte. Zaman içinde, bebeklerin dükkan içinde çeşitleri azalıp eşyaları gelmişti. Oturma odası, yatak odası, salon takımı ve dahası. Annem onları almayalım demişti, gereksiz diye. Kime göre gereksiz?

Derken, bir akşam babam elinde kocaman bir kutuyla geldi. İçinde Sindy evi var dedi. Delirdim. Yatak odası, salon takımı ve dahası. Cidden dahası. Kaç saat uğraştık bilmem ama başardık. Öyle güzel yaptık ki. Artık Kevin'lı hayallerimin bir de evi vardı. Zaman içinde, eskiden annemin en yakın dostu olan, ama babam bizi terkettikten sonra, annemle konuşmaya tenezzül etmeyen annemin arkadaşı da bana Sindy Arabası hediye etti. Pembe, üstü açık, ışıkları yanan, kapıları açılan. İçine bebekleri oturtabileceğim...Beverly Hills'vari bir araba. Pek hoştu.

Günler, geceler boyunca, uyumadan yarı karanlık odamda o eve baktığımı hatırlarım. Zaman içinde, evin eski süksesi kaybolmasa da, evdeki huzursuzluklar tavan yapınca, o evi kaldırmam gerektiğine inandım. O ev ile, Kevin ile kurduğum hayaller yüzünden kendi evimde sorunlar var sandım. Çocukluk işte. Sonrasında, evi nasıl kurduysak, öyle de yıktık zaten.

Zaman geçti, günler geçti, derken çekirdek ailemizden -1 babam haricinde ev değiştirmemiz gerekti, koliler koliler açıldı, içine ne var ne yoksa kondu, kaldırıldı. Sadece ev kaldırılmadı. O öyle kaldı. Nereye gitti, kim kaldırdı bilmem ama kayboldu. Ama Sindy'lerime birşey olmadı. Onları, annemin bizi koruduğu gibi korudum, sakladım. Neticede, benim çocukluğumdu.

Dedim ya, hala Sindy'lerim durur. Diğer taş bebeklerim gibi. Kırık bacaklı bir masasıyla salon takımı da durur, is çekmiş yastık kılıflarıyla yatak odası da durur. Sayısının 18 olduğunu düşündüğüm Sindy'lerim de, hayatımın erkeği dediğim Kevin de durur ama ev durmaz.

Ara sıra çıkarıp bebeklerimi severim, taş bebeklerimi de. Onları sevdikçe, karne günlerimi, karne gün'lü günlerimi hatırlarım. Taş bebeklerime baktıkça da o taş bebeklerinin hediye edildiği, doğum günlerimi, ananemin askeri hakim komşusu Hasan amcayı, ananemi, ananemin annesini, beraber diktiğimiz o elbiseleri, dedemin aldığı o tahta beşiği ve dahasını hatırlarım. Dedim ya, saklarım. Gözüm gibi saklarım.

Masumiyetimi korumak için, masum kalmak için saklarım

4 yorum:

  1. Geçmişimiz değilmidir zaten, bizi inatla masum kılan ?

    YanıtlaSil
  2. Masumiyet, bir şeyin yargılandıktan sonra ortaya çıkan değeri Bence. Ama senin yaptığın içine bişeylerin katılmamış, bişeylerin bulaşmadığı yani "SAF" hali.

    YanıtlaSil
  3. tüm yazdıklarını beğeniyle okuyorumda bu bi başka oldu sanki

    YanıtlaSil
  4. @Sem Fakih,
    Geçmişten ziyade güzel günler aslında. Yoksa geçmişte kalmasını istediğimiz çok an yok mu?:( Ah.

    @Lokes,
    Belki de doğru kelime Saf. Saf değil miyiz artık, yok ama ne bileyim. Çocuktuk işte belki salaktık ama güzeldi.

    @Umutsuz,
    Bu da benim en içten, en savunmasızca yazdığımdı belki de...

    YanıtlaSil

Vay Edepsiz!Ne Söyleyeceksen Söyle Hadi!