29 Kasım 2014 Cumartesi

Birini 40 Yıl Sırtında Taşırsın 1 Kere İndirirsin, Senden Kötüsü Yoktur!


Şu dünya üzerinde patronuyla çatışmayan var mıdır?
Hele ki söz konusu eski patron ise durumları siz düşünün.

Sivil hayata geçtikten sonra aslında hayata karşı ne kadar dayanıklı olduğumu, hayatta kalmak için nasıl da mücadele edebileceğimi daha iyi anladığımı söylesem yalan olmaz aslında. Survivor'a katılsam Turabi'ye tur bindirecek kadar kuvvetli olduğumu anladım. Allah kimseyi iş yerinde stresle sınamasın.

Stressiz iş mi var derseniz, bittabi yok ahali ama mevcut işime bakınca ulan yaşıyormuşum diyorum. Öncesinde yaşadığım stres, belki de acemilik dönemimdi. Sivil hayata uyum sağlamayı bir kenara bıraktım emir komutasız ilk senelerimin bu kadar zor olması...düşünüyorum da dayanılmazdı.
Zaten haftanın 6 günü çalışıyordum, bir de üstüne sabah başlayan mesainin aralıksız gecenin berbat saatlerinde bitmesi. Vay be! İnsan olan dayanamaz, ciddi söylüyorum. Çalışma şartları o kadar ağırdı ki kendimi bir işçiden kat be kat daha işçi hissediyordum.

Tekstilde çalışmanın zor olduğunu söyleyen bir çok insana, bir tekstil işçisinden daha zor şartlarda çalıştığımı anlatınca önce bana gülüyor, sonra beni ciddi ciddi dinleyince hak veriyorlardı. Kötü yıllar zor geçermiş hesabı, ben İstanbul'daki kocaman 4 senemin nasıl geçtiğini, köleler gibi çalıştığım için pek de anlamadım.

Bu sene ilk kez nefes aldığımı hissettim.

Cidden hafta sonu evde olmanın, akşamları eve erken gelmenin ve yazın doyasıya tatilin olacağını düşünme duygusu bile inanılmaz. Birisi bana bundan 4 sene evvel eve erken gitmenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatsa he anan derdim ama iş değişikliğinden sonra, insana verilen en büyük nimetin eve erken gelmek ve götü yaymak olduğunu anladım.

İş yerindeki stres, yeni adıyla mobbing çokça yaşadığım bir durumdu. Gerek kişisel gerekse profesyonel açıdan ha bire - anlamsızca ve kaltakça - eleştirilmek, o kadar fenaydı ki şimdi bakınca neden hayır demedim diye düşünüyorum. Ama o vakitler iş konusunda bocaladığımı hatırlıyorum. İn

Velhasıl kelam, bu sene her şey daha iyi daha güzel ama ama işte.
Hani demişler ya, ama'dan öncesinin pek de kıymeti yok diye. Eski patronun yaşattığı sıkıntılar hala sürmekte, mesela alacaklı olmak. Son zamanlarda ödenmeyen maaşlar, yemek paraları. Biriktikçe birikti, aylar geçti, ödenmesi gerekilen son gün de geçti.

Artık bugün en kibar halimle eski patronu aradım, tabi ki açmadı. Açmasını da beklemiyordum, itiraf edeyim. Whatsapp'ten en kibar, en hanım halimle yazdım. Tabi ki poker face! 

Tık yok.

Birini sırtında 40 yıl taşırsın, bir kere of dersin senden kötüsü yoktur ya, o hesap.
Şimdi gidip adamın gırtlağına yapışıp ağız dolusu küfretmek var da o zaman haklıyken haksız olmak da var. Babam her daim devlete sırtını daya derdi boşuna demediğini şu süreç zarfında daha iyi anladım. Babam da mantıklı şeyler söylermiş, bağırsam çağırsam ortalığı karıştırsam neye yarar?

Mahkemeye versem, versem ne olacak? Aylar yıllar sürecek ve sonucunda ellerim bomboş şeklinde sik gibi kalmak var. Bilemedim.

Zaten bu düzeni, ezene ağa paşayı anlamadım, anlayamadım.
Hakkımın azına eyvallah dediğim yettiği için belki de artık sabrım kalmadı. Bir kere de kazık yemeden hakkıyla iş yapmak istiyorum ama...

Ama işte. Şimdi ne yapsam ne yapmalıyım ya da?

Bana bu zamana kadar manevi açıdan baskı yapmasına dayandım, dayanabildiğim kadar da mevzu hakkımı daha da yemeye tahammülüm kalmadı. Mayıs'tan bu yana inisiyatif dedim, vefa dedim ama cidden kuruş değeri olmayana bu ne değer? Artık insanların milleti sikmesine tahammülüm kalmadı, yaptıklarına da alayına da...

Yazacak çizecek çok şey var ama önce Mr.Kodaman'dan cevap gelmesi gerek. Şimdi ana avrat saydırmanın pek de lüzumu yok ama ola ki hakkımı vermedi, işte o zaman ne yapmak gerek?
Artık Türkiye'de sağlık, eğitim, adalet, her sistemin çöktüğünü, parası olanın alayına gittiğini fark etmek...Yazıklar olsun yazık edenin canı çıksın.

Neyse, sakin Üsturupsuz sakin.
Hadi dinleyelim, mücadele veren herkese gelsin.

Gloria Gaynor

23 Kasım 2014 Pazar

Sevişmeye Mecali Kalmayanlar


Yaklaşık 23 gündür hastayım.

Önce soğuk algınlığı, derken bronşit, derken zatürre oldum. Bu üçlemeyi siksen bir araya getiremezken ben bir çırpıda hiç gocunmadan, hiç zorlanmadan yaptım, başardım. Yemediğim iğne, içmediğim ilaç, hap kalmadı. Fitil gibi 1000 mg'lık antibiyotikleri diğer haplarla 3'lü 4'lü attım da hala kendime gelemedim.

Nazardandır nazardan...

Anneme sorsam fena nazar değiyormuş bana. Ula neyime değecek diye kendimi küçümseyecek oldum da o koca haplardan daha tatsız laf yedim annemden. Efenim ne söyleyeyim, nazar etme, soğukta donla gez senin de olsun. Ha buradan donla açıkta gezdiğimi sanmayın hacular, sadece bir benzetme. Her neyse.

Nazar da olsa olmasa da gitsin artık hastalık benden. Gözü olanın gözü çıksın diyeceğim, az gelecek. Gözü kalanın gözü götüme beş parmağı da bokuma. 

Valla bıktım bıktım, millet her akşam alemlerde gez toz kop modunda, ben bir akşam dışarı çıkmadan ev-iş mode:on şeklinde maşallah her hastalık bende. Şöyle en usturuplusundan bir masaja mı gitsem, her gün otlarla dolu jakuzilerde mi dursam da rahatlasam. Öksür öksür kus kus balgam çıkara çıkara canım çıktı. Millet götünü göbeğini açarken hiç mi korkmuyor amk!

Artık neye isyan edeceğimi şaşırdım. Ota boka sarsam ne olacak, baştan aşağı sövsem ne olacak, her yanı boka batmış durumda. Hayatın amına da koysam alayına en afillisinden küfür de etsem az kalacak. 


Geçenlerde bizim beyle oturduk yemek yiyoruz, gelen gidene, arabalara falan bakıyoruz. Aynı ayna aynı şeyi düşünüyoruz ya artık, bir anda baktık birbirimize yine. Bunlar bu parayı nerden kazanıyor dedik, ulan daha milletin hiç mi derdi yok amk? Tamam gözümüz yok, maşallah Allah çok daha versin de bu haksızlık değil mi lan! Ben daha götümü doğrultamazken, millet altında araba, üstüne göt kadar etek, kıçı donsuz geziyor ve gram hastalık yok. Maşallah maşallah!

Ay yok valla bizden geçmiş hacı. Eskidenmiş öyle akşamları gezmeler, gezip tozmalar. Bittabi yaş 30'a gelince, artık İstanbul'un bok hızına yetişemez oldum. Zaten en büyük hayalim şöyle sakin bir...
Yok lan yok yalan söylüyorum, hız da İstanbul işte. Gören de görmeyen de hayran-mış.Ha siktir.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Online Alışveriş Yapanlar İçin Benden Bir Kıyak


Bu bir reklam yazısı değil, beğeni yazısıdır.

İnternetten alışveriş yapanlar için harika bir site buldum. Daha doğrusu, bir arkadaşım bana bu siteyi önerdi. Siteyi kuran kişilerle ya da dahasıyla uzaktan yakından pek de alakam yok, bunu en başta belirtirmem gerekiyor sanırım. Bazı şahıslar, bazı zat-i muhteremler benim Bumerang üyeliğime fena kafayı takmış durumda olduğu için belirtmek istedim.

Bahsettiğim site: Avantajix.

Linke tıkladığınızda siz de göreceksiniz ki pek iddialı sloganları var,

"Alışveriş yapınca para veren site"
"Avantajix'ten tıklayıp alışveriş yapın: Size para ödeyelim"

Öncelikle üye olmanız gerekmektedir. Sonrasında, bu site üzerinden hangi siteye ulaşmalısınız.

Örneğin, ben n11.com ve markafoni.com'da sıkça alışveriş yapan biriyim. Avantajix üzerinden bu sitelere giriş yaptığımda yapmış olduğum alışverişin belli bir yüzdesini geri iade olarak alıyorum. Bildiğim kadarıyla n11.com için %1,5, markafoni.com için ise %11 gibi bir geri ödeme, iade söz konusu.

Ve sayısız siteye bu site üzerinden ulaşmanız mümkün. Bu sitelerden en popüler olanları;

gittigidiyor, boyner, hepsiburada, teknosa,avansas

Bazılarının iade ücretleri %15'e kadar çıkabiliyor.

Denedim, oluyor mu olmuyor mu diye, oluyor.
İadeler çatır çatır geliyor.

Bu da size hafta sonu için benden bir kıyak olsun hacılar.

Öpenzi

9 Kasım 2014 Pazar

İndirimden Alışveriş Yapan Kaç Kişi Kaldık?

Okumadan önce tıklayınız.

Hunger Games'in Yeni Oyuncuları

Son bir kaç senedir giderek artan moda ikoncanlarına giderek yenilerinin eklenmesi beni şaşırtmıyor aslında. Ben gençken, vakti zamanında moda deyince akla gelen bir kaç isim vardı, Eda Taşpınar, Derin Mermerci, Süreyya Yalçın bu isimlerden bir kaçıydı. Bu zat-ı muhteremler, ünlü ve sosyetik ailelerin çocukları. Doğdukları gün hayat onlara altın tepside bütün imkanlarıyla sunulduğu için, bu hatunların modayı takip etmeleri, bir çok defileye, ismini bile bilmediğim markaların lansmanlarına gitmesi gayet normaldi.

Derken, koşullar nasıl değiştiyse, evde, okulda, işte, hastanede, cenazede ve bir çok yerde bu hatunlara benzer sıfatlar çoğalmaya başladı. Moda ikonları bir anda Esra&Ceyda Kardeşlerle farklı boyutlara taşındı, modayı da takip ederim, oramı da buramı da açarım kavramına döndü.

Sonrasında, eski mankenler, iş adamlarıyla ya da sporcularla evlenip bir anda moda gurusu olmaya başladı. Yaptıkları modern-çağdaş-zamazingo sporlarla videolar çektiler, kendilerine kendi adlarıyla markalar yaratıp butikler açıp, anlamsız çizimleri eski parayla milyarlara sattılar.

İnsanoğlu işte, özene özene her şeye, herkese giderek modernleşeyim derken yozlaşmaya başladı.

Her eski manken, bir anda moda üstüne "inanılmaz" deneyimlerini paylaşan kitaplar yazdı, basın toplantılarında anılarını ve dahasını anlattı.

Bunları da sessizce sakince izledi halkım.

İzledikçe, okudukça feyz aldı ve bunları uygulamaya başladı.
Anasının evinde diz izi yapmış eşofmanı giyen yurdum insanı, televizyonda, gazetelerde gördüğü kalbur üstü topluma ayak uydurmak için akın akın butiklere, sosyete pazarlarına gitmeye başladı. Zıt renkleri, olmadık kıyafetleri, ölsem giymem dediği kumaş parçalarını moda diye üstüne geçirmeye başladı. Özene özene, sokaklarda, barlarda, pastanelerde gerine gerine moda diye gezdikçe gezdi.

Son zamanlarda fenomen olan program Bu Tarz Benim de bu moda gurusu(!) yurdum evlatlarının nasıl da bir anda moda ikonu olduğunun kanıtıdır.

Bir kaç gündür evde olduğum için ve geceleri uyku bana uğramadığı için, tekrarı milyon kez yayınlanan bu programı önce sıkıntıdan sonra meraktan izlemeye başladım. Merağım yanlış anlaşılmasın, modayla pek alakam olduğundan değil, bu insanlarla nasıl da aynı şehirde yaşadığımla alakalıydı.

Konuştukları dil, giydikleri kıyafet beni anlatan, bana yakın olmamakla birlikte, etrafımda bu tip insanların bulunmaması beni pek şaşırttı. Acaba bu insanlar hangi sokakta yürüyüp hangi marketten alışveriş yapar? Acaba anneleriyle hiç erişte kesmişler midir?

Anası babası yurt dışında yüksek eğitim-öğretim görmüş, sabah kahvesini Milano'da bir kafede, akşamına da  Paris'e uçan insanlar mıydı acaba bu ablalar kardeşler? Pazara gidip 2 kg elma tart abi demişler midir acaba?

Bir kaç gün üst üste bu programı izledikten sonra, kendi kıyafetlerime baktım. İndirimden 9aldığım kıyafetlerime baktım. Ve pek de gurur duydum!

Giydiklerini giymeyeceğim hiç bir zaman, kullandıkları terimler bana hep yabancı kalacak mesela. Giymek için giymeyeceğim belki de. Bana yakışan moda olacak, modayı sırf moda diye takip etmeyeceğim. Bunları ben yapmayacağım da, 94'lü bir kardeş çıkıp da yok kumaşı böyle, yok saçı yok makyajı diye konuşunca da pek şaşıracağım.

Zaten 90'dan sonrasının bir anda açılıp saçılmasına hatta dahasına hala alışamam yetmez gibi, full makyaj bol boya ile dolaşmalarını da sanırım hep küçümseyeceğim.

"Bu Tarz Benim" yarışmasından bahsettim diye, bu tür yarışmalara karşı olduğumu falan filan anlamayın, hatta bazı bazı seviyorum ama yurdum kızının bir anda "Ayol beni hadi eğlendir, moralim bozuk bugün" denildiğinde göbek atmasını anlamıyorum, sevmiyorum. Gerçi yurdum insanı, kocasını karısını da televizyondan buluyor ve dahasını da yapıyor ama moda ikonu olduğunu iddia eden insanların bir anda göbek atması ve dahası, cidden komik.

Cidden merak ediyorum acaba bu ablalar kardeşler evlerinde eski tişörtlerini çamaşır suyu lekeli eşofmanlarıyla kombin edip giyiyorlar mı yoksa evlerinde bile proporsiyonlarına dikkat mi ediyorlar?

7 Kasım 2014 Cuma

Keep Calm And Fuck The Bitches


Geçenlerde sohbet ediyorum bir grup arkadaşla, arkadaş dediğime bakmayın en yaşlısı 22 yaşında.
Şahsım 29'una girecek bir bünye olarak, orta yaş modundayım.

Sohbet ediyoruz, daldan dala işte muhabbet. Önce siyaset, sonra dersler, sonra futbol, derken konu anlamsızca dizilere geldi. Benden izleyebilecekleri yabancı dizi önermemi istediler, çok dizi izleyen birisi olarak dünyada en sinir olduğum eylemlerden birisidir dizi önermem, bu da dip not olsun.

Konu yabancı dizilerden, ah ah eskilere gitti. Kara Şimşek izlemesini önerdim, yenilerde pek iş yok, hepsi birbirinin aynısı diye çıkıştım, karşımdaki arkadaş böööle kala kaldı, meğersem kendisi bu diziyi hiç duymamış; sonra gaza geldim saymaya başladım; Hayalet Avcıları, Bizim Ev, Cosby Ailesi, A Takımı, Lassie dedim bana bön bön baktı. Sadece Dallas dizisini "Aaa evet evet hatırlıyorum" diye kırıttı ablam.

Bir an acaba uzaydan mı geldim diye düşündüm, yoksa ben ablama  C++, .net kodlarını mı  anlatıyorum. Şaka yapıyor sandım, üsteledim ama böyle "Ne yani bilemez miyim aa ne bu ya?" diye çemkirince gerçek olduğunu anladım. Cidden anladım ve şok oldum. Sonrasında ise, "Ay ben daha 19 yaşındayım, normal değil mi yaheah". Orda bir yaş kompleksi yaptım ve cahallığını yüzüne vurmadan sordum, peki ya Bizimkiler? Yazlıkçılar, Kaygısızlar...Tık yok.

Hiç birini bilmiyordu, sonra genele yöneldim, sordum, grupta 15 kişi varsa, yarısına yakın bunların hiç biri bu dizileri bilmiyordu.

N'oluyoz lan! Bu nasıl bir yozlaşma!

Bir anda içimdeki lafıgediğinekoyarım canavarı çıktı, ben de 50'lerde,60'larda yaşamadım hatta yukarıdaki diziler çekildiğinde ben doğmamıştım ama her birisini biliyordum.  Buna genel kültür deniliyor biliyor musun? diye çıkışacaktım ama sustum.

Önceden daha bir laf cambazı, daha bir ağzına sıçardım, ama cidden olgunlaştım(!).

Olay bilmek, bilmemek değil de abi bu gençler nereye gidiyor!
Zamanında, ben de ergenken pek ergenken, annem, teyzem, komşu teyze bile ah gençler deyince pek gocunurdum, ne var'dı la! Ama şimdi bakınca, pek anlıyorum. Giderek yozlaşan bir gençlik var.


Siyaseti instagram için yapan,
Eyleme instagram için yapan,
Yabancı müziği ortam yapmak için dinleyen,
Makyajı ortam yapmak, kendini pazarlamak için yapan,
Sporu kız düşürmek için yapan,
ve büyümeyi sırf aileden kaçmak için isteyen...

Bunu her gün daha iyi anlıyorum, 13-17 yaş grubundaki bütün kızlar basketçi sevgili, çekimlere katılıp manken olma derdinde, erkekler ise malum hormonlarının peşinde. Belki de eskiden yeniye değişmeyen tek gerçek, erkeklerin hormonları. Gelişime açık olmayan tek şey.

Gençler ne yazık ki okumaktan bi'haber, ama nerede bir marka, nerede bir ortam hepsi a-ki-yooo!

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Geleceğe dair hayallerini sorduğumda listenin ilk  3'ü:

- Pahalı bir araba
- Ortama müsait bir iş
- Zengin bir koca / güzel bir karı

Ötesi yok.

Gören de her birinin anasını Louis Vuitton çanta alırken doğurmuş sanacak. Alayı marka derdinde, zenginlik ve kısa yoldan köşeyi dönme derdinde.

Şimd sorabilirsiniz, ne alaka dizilerden nereye geldin diye, neticede nere kültür nere hayat!


Bilmiyorum, çok fena dalasım var yeni nesile. Özellikle 98-2000 tayfasını böyle fena halde sallayıp kendine gel diyesim var da la havle.

Dipnot: Bu aralar pek fuck fuck fuck bitches.

Parklarda Hayvanları Gezdirmek Yasak AMA Sevişmek Serbest!


İnsanoğlunun hayvanlardan korkmasını anlıyorum da, hayvanlardan nefret etmesini anlayamıyorum!

İnsan dediğimiz şey aklı baliğ olan, yaratılmış en yüce varlıkken, insancık da ego ve arzulara yenilen en aciz varlıktır. Kendinden ötesini düşünmeyen, kendinden ezik gördüğünde daha da ezmeye çalışan kişidir insancık!

Hayvanlardan korkan insanları gerçekten anlıyorum, - ya da insan-amcıkları- ama hayvanlara karşı nefret besleyen, onların varlığını reddedenden ya da onların yaşam alanını daraltandan bir bok anlamıyorum.

Tabi artık ötesini hiiiiç düşünmek, dillendirmek istemiyorum! O zaman dinimi reddedebilirim!

Yaşadığım semt, mahalle, İstanbul'un en güzide mahallelerinden birisi. Betonlaşmaya karşı olan, Cumhuriyetçi, Atatürkçü bir semt. Belediye olarak da oldukça kaliteli işlere imza atan bir belediye, şanslıyız bu konuda. Ya da şanslıydık. Ne yazık ki son zamanlarda anlamsızca uyarı levhalarıyla dolup taştı sokaklar, minnacık parklar.

Sokaklardakini anlıyorum, anlayış gösterebilirim, nerde çokluk  orda bokluk da, parktakileri anlamam. Anlayamam. Bokluğu yapan kişi insanken, hayvandan hırs çıkarmayı hiç anlayamam.

Geçenlerde işe giderken, sabahın 7.30'undan bahsediyorum, apartmanlar arasındaki göt kadar park-çığa belediye görevlilerinin uyarı levhası astığını gördüm. Hayırdır inşallah diyerek, bekledim. levhayı okumak için. Levhada beynime kan sıçratan bir uyarı yazıyordu:

"BU PARK ALANINDA HAYVAN GEZDİRMEK, HAYVANLARIN ÇİMLERDE KOŞTURMAK, HAYVANLAR İLE BU PARKA GİRMEK YASAKTIR."
  
Ağzımı bile açmadan söylene söylene, sesimi duysunlar diye yüksek sesle, yürüdüm geçtim gittim, fotoğrafını çekip twitterdan ilgili belediyeye twit attım, bittabi sikleyen olmadı.

Gün içinde kendime yediremedim, ne demek gezdirmek yasaktır, ula park sadece insan için midir, bunun kanunda bir yasası, tüzükte bir maddesi mi var diye araştırdım. Böyle bir halt da yokmuş. Öğrendim. 

Önce belediyenin sonra büyükşehirin beyaz masasına başvurdum, alaycı ses tonları hariç, bir halt duyamadım. Hatta bir belediye çalışanı (!), yukardan inme bir görevli bana böyle basit şeylerle zamanımı harcamamamı, mantıklı şeyler için onları aramamı, rahatsız etmememi tembihledi.  
Bununla alakalı mail attım, tivit attım, yazdım, çizdim sonuç sıfır.
Madem öyle, bu levha inmeyecek, ben de siklemeyeceğim dedim ve beni  ziyarete gelen oğlumu, köpüşümü orada gezdirdim, sokak köpeklerini oraya götürdüm, mahallenin hayvanseverlerini,  köpek sahiplerini örgütledim oraya götürdüm.

Birkaç kez belediye çalışanlarıyla, temizlik görevlileriyle takıştım hatta, ama umrumda da değil, gözlerine baka baka oğluşumla gezdim. Oh!

Derken, pazartesi günü işe giderken, yine aynı saatte, sabahın en kör saatinde 7.30'da, bir çiftin parkta oturduğunu gördüm. Önce oturduklarını fark ettim, derken, oturmadıklarını başka haltlar yaptığını fark ettim. 

Yazacaklarımı kimse üzerine alınmasın, kesinlikle genelleme yapmam, bilen bilir.
Orosbu çocuğunun biri banka oturmuş böyle yayılarak tek eli şeyinde, başı kapalı oldukça mutaassıp ablamız yapışmış çocuğun dudaklarını öptükçe öpüyor. Önce ne yapıyor be bunlar dedim, sonra şok oldum. Şok olma sebebim, sekse karşı, aşka sevgiye aykırı - ki bu aşk değildir -, sevişmeye karşı olduğum ya da şekilci olduğum için değil; sadece mahalle arasında, insanların çamaşır astıkları balkonlara karşı böyle bu saatte götlük yapmalarıydı.

Parkın bir ucunda yapılan online sekse baktım, bir de diğer uçta minik bir ağacın altında uyuyan sokak köpeği, mahallemizde yıllardır yaşayan Arap'a baktım. Sonra da, parkın ortasındaki direkte asıl duran levhaya baktım.

"BU PARK ALANINDA HAYVAN GEZDİRMEK, HAYVANLARIN ÇİMLERDE KOŞTURMAK, HAYVANLAR İLE BU PARKA GİRMEK YASAKTIR."

O levha götünüze girsin dedim ve daha yüksek sesle, bağıra çağıra yürüdüm. 
Karşıdan sallana sallana bir temizlikçi görevlisi geliyordu, gittim, sakin sakin ;

- O parka astığınız levha, hayvanlar için ya, peki parkta sevişmek serbest mi? Buna dair neden bir levha asmıyorsunuz? Polisi çağıracağım şimdi ve buna göz yuman seni  şikayet edeceğim dedim.

Adam, sevişmek kelimesiyle ne kadar sırıttıysa, polis lafını duyunca, n'oluyor bacım bakışı attı.

Burnumdan soluyarak 155'i aradım ama 155 de pek aldırmadı. Beni azarlayan başka bir memurla da orada tanıştım, merhaba insaniyet!


Salı günü aynı saatte aynı yerden geçerken, levhanın üzerinde graffiti sanatının icra edildiğini gördüm. Öyle mutlu, öyle mutlu oldum ki, hastaneye gittiğimi bile umursamadım.
İnsanlık ölmemiş mi?

Anarşik hareketlere olan yakınlığımdan mı yoksa içime soğuk  serpilmesinden midir bilmem ama pek mutluyum. Halka açık alanlarda sevişmeye izin veren, dini siyasete alet eden, başörtüsü altında her boku yiyen zihniyete karşı, gördükleri her yere graffiti yapan zihniyetin alnından öperim.

6 Kasım 2014 Perşembe

Why So Serious!

Ne zamandır yazmıyorum lagaluga'larıyla kafa şişirmeyeceğim.

Eskiden yoğunluğa rağmen yazardım, bazen de harbi nefes alamaz, eve bile uğrayamaz,yazmak istesem de yazamazdım. Ama artık yazmak istemiyorum. Yazacak pek de bir halt yok hayatımda sanırım. Git gel iş hayatı, zar zor İstanbul şartları, koşuşturma içinde devam eden, ama level atlamayan ilişki durumu.

He, bazı meraklı üstünevazifeolmayanlar anlamsızca ilişkimi soruyor, söyleyeyim de içiniz soğusun, medeni durumu aynı: nişanlı. Düğüne daha çok var, 484796 fırın ekmek ve bir milyar dolardan sonra şanıma yakışan bir düğünle, değil tercihim nikah, evleneceğim işte. Taam mı hacılar, raadladınız mı?

Dip not: raad yazmamın sebebi, Türkçe'yi bilmemem ya da dahası değil, raad olmam.

İnsan işte, illa ki kasacak, saldıracak, olmadık şeylere atlayacak. Abi dünyada zilyon tane sıkıntı var, gelip bana mı bulaşıyorsunuz? Hı, oldu bulaşın.

Ne diyordum? İşte hayatım, pek öyle merak edilesi devam etmiyor. Hala beni düşünen, seven cancinlar olduğu için, rahatlıkla söyleyebilirim, herşey yolunda. İş güç mal mülk karı kız herşey tamam.

Sorunlarım var işte, herkeste olduğu gibi. Bendekiler sağlıkla alakalı da olsa, yuvarlanıyoruz işte.
Başka...Düşünürsek...

Hala pek atarlı, çok giderliyim.

Ne diyordum? Bundan gayri yazar mıyım yazmaz mıyım bilmem. Zaten hali hazırda elimde bir kitap var, çevirisini yaptığım, o kitaba odaklansam az diyorum da bazı bazı ona da hevesim yok hacı. İlkini bir hevesle çevirdim, şimdi hevesim de kalmadı hiç birşeye.

Gerginim belki de.

Ay şimdi burdan da hala evlenemedin de ondandır bu gerginlik diye yorumlar gelirse şaşırmam!
- da dedim fark ettiyseniz, anlamsızca ben hariç herkesin üzerine vazife oldu benim geleceğim, hayatım. Zaten hep öyle olmamış mıdır pek sevgili Üsturupsuzlar.

Ne zaman ailemin yanına gitsem, sordukları ilk soru ee düğün ne zaman? Ananın öldüğü zaman diyesim geliyor da olmuyor. Aldırmıyorum artık da benden gayri herkesin aldırmasına dayanamıyorum. Anasını satttığımın dünyası, gocunacak derdi sen neden bana veriyorsun Ya Rabbim? Milletin gocunacak yarası, ağlayacak derdi sıkıntısı yok heralde, millete sarıyor.

Of neyse, ben gidip bir kahve yapayım kendime.

Sonra yazarım diyorum ama bilmiyorum.
Sizin de pek umrunuzda olur mu, onu da bilmiyorum.

Thanks for your great support; 9GAG