18 Ağustos 2012 Cumartesi

Bayram Öncesi - Bayram Hediyesi

Oh aman Allah'ım!
Kendimi eve zor attım dersem, vallaha yalan olmaz.
Bütün gün, resmen it ayağı yemiş gibi, dışarıdaydım. Alışverişmiş, alışverişin canı çıksın. Cebimde maaştan sadece 3 kuruş kaldı, 1 ay boyunca resmen açım, geçmişler ola.
Olsun canı sağolsun herkesin, helali hoş olsun, mutlu olsun ueha.

Akdeniz'in sıcağına aldırmadan herkes dışarıdaydı, bütün mağazalar resmen full satış mode:on şeklindeydi. Kimsenin pek de uğramadığı kitap evleri bile resmen stok tüketti. Vay amk! Bayram alışverişi dedikleri şey bu demek ki.

Sabahın kaçında kalktım, kaçında dışarı çıktık bilmiyorum ama resmen eve geldiğimde çıkış saatinden 3-5-7 saat sonra eve geldik. Ne aldım ne ettim bilmiyorum ama resmen cebimde ne var ne yok tükettim.

Bazen düşünüyorum da erkekler fena haklı, biz kadın milleti olarak alışveriş manyağı olmayanımız var mıdır? uheuha yoktur. Sorsanız ne aldın ne ettin kendine diye, inanın kendime hiiiiiiiiç bir şey almadım. uhea bu yalan değil, hani kadınlar alır alır da sonrasında valla giyecek birşeyim yoook tribi yaşar ya, valla ondan değil.

Kendime Brshka'dan güpgüzeeeel 6'lı küpe aldım, fiyatı fena uygundu uhea, sonra ağda makinesi aldım, uehah kızlar ne zamandır almak istiyordum, hani bu sir ağda kartuşunu koyduğumuz makinelerden var ya ondan aldım ayol, uuheuah yoksa Üsturupsuz kozmetik blogu mu oluyor, yok la yok uheua, işte klasiktir, pambık,ıslak mendil, oje uhauheauh falan aldım. uheuahuha. Ulan bunlar ne ara bütün maaş etti derseniz, yok bunlar değil, annem sağolsun, herşeyi aldı, alsın alsın. Alsıııın imdat.

Derken;

Anladım ki, yine, yeniden bizim insanlar görgü fakiri, görgüsüzlük abidesi, aldıkça alıyor. Ben bile aldıysam, herkes alır diyorum ama bilokcan millet abartmış, resmen sonuna dek, dibine vuruyorlar. Abartmıyorum, bir adam gördü, Koçtaş'ta kendisi resmen 2 arabayı full doldurmuş buraya baaagsan yeğenim diyordu. Abi bu neyin kafası la? Ramazan bayramı bu, nalburiye ne alaka?

Kaldı ki kozmetik reyonlarındaki, iç çamaşırı reyonundaki kadınları görme gitsin, resmen ceylan avına çıkmış aslan gibi beklemeye almışlar kendini. Bir sandalet deneyeyim dedim, denemek istediğim modelin numarasını sormak istedim, istedim sadece. Bir ara satış danışmanını gördüm gibi oldu, o kadar.

Sonra zaten, vaz caydım. Bu aralar favori kelimem bu, vaz caymak. Ayrı yazılmaz ama böööyle daha güzel be annem.

Bankaların kapalı olduğu geldi ta sonra banka kapısını zorlarken. Allah'tan fazla zorlamadım, ya alarm ötseydi? İşte o an, tezeği avuçla yerdim heralde uheah. Bankamatikler de resmen sıcaktan erimiş ola ki zar zor kullandım ATM'yi. Allah dedim, Allaaaaaaaah:8:

Yarın bayram ya, herkeste bir telaş.
Oysa yarının bugünden pek de bir farkı yok, yok yok var, niyetli olmayacağız o kadar:8

Aslında pek oyalanmazdım ama bugünün arefe olduğunu unutup da kuaföre kaş aldırmaya giden şahsım, resmen mahalle kuaförü diyebileceğim bir kuaförden sktiri yedim. Taam, kız 1 saat sonra olabilir demiş olabilir ama ben şahsen 73629 dakika evvelinde geliyoruz laaan diye mesaj atmıştım, o mesaj neyine la?

Sonrasında, kuaför ara ara can çıktı. İnsan 6 ayda bir ailesinin yanına gelirse, kuaför de bulamazsın, ucuz çorap alacak yer de amk. Ulan kuaförlerin de götü kalkmış, haspam alt tarafı çıkan iki tüyü alacak neyin kafasındaysa artiz olmuş la!

Sktirsin ırısbı.

Hı, yarın bayram di mi laaaayn?!

Of. Sabahın köründe uyanmak gerek, pof.
Zaten izin de bitti hemencecik amk. Daha doyamadım ki.
Zaten neye doyabildim ki şu hayatta?!

Dramatize etmeden, herkese iyi bayramlar canlar.
Hepinize gelsin bu parçalar, en sevdiğimden.

Öpüyorum.



Ersan Erduran - Çocuk Gözler


Hani - Bayram Şarkısı

Ve anneannem için:


Şebnem Kısaparmak - Bu Bayram Gelemedim Anne

17 Ağustos 2012 Cuma

Blogumdaki Değişimler

Neredeyse iznim bitmek üzere ve ben düşünürsek koşuşturmaktan eğlenmeye vakit bulamadım. Ne diyeyim, canım sağolsun. Sanırım bu tatilde ne yaptın diye sorarlarsa, en rahat ve düşünmeden vereceğim yegane cevap, uzun süredir ihmal ettiğim bloguma ve dostlarıma sanaldan da olsa zaman ayırdım ve biricik köpüşüme doyasıya sarıldım olabilir.

Sevdiceğim, biriciğim Telekinesis sayesinde, blogumda minikte olsa değişimler yaptık.
Aslında yaptık demek biraz yalan olur, neticede 3 büyük değişimin sadece 1'ini bile ben yapmadım, bana sürpriz olsun diye Sevdiceğim yapmış, ne de güzel yapmış ellerine sağlık.

Yazılım adına hala eksiklerim olduğundan mıdır nedir blog eklentileriyle aram pek de yok. Bundan gari, birçok blogu inceleyip dibim düşer. Yakın zamanda adımı artık .com şekl
inde alıp sitemi kendi üzerime kaydettireceğim, aksi halde ismimi kullanmalarını engelleyemeyeceğim. Acaba gidip nickimin kullanım hakkını mı alsam amk ? uhuyheuah yeakyeak.


Gelelim değişimlere:

Varan 1:

Ne zamandır deneyip de sonrasında boyutunu küçültmeye üşendiğimden, blogumun bir logosu yoktu. Logodan kasıt, ekran açıldığında üstte, altta, kıyıda, köşede bulunan adresin sahipsiz kalmasıydı. Ama sağolsun bizim bey bana jest üstüne jest yapıp bu sıkıntımı yok etmiş.

Bkz:
İlk bunu gördüğümde öyle mutlu oldum ki. Sanki çok ünlü bir yazarmışçasına kendime olan inancım geldi.


Varan 2:

Postların altına feysbuk uygulaması yerleştirilmiş bloglar fark ettim, ulan nasıl dedim?
Denedim ama neredeyse bütün yazılar yerle bir ol
uyordu, sonrasında elimin ojesiyle bırak bunları Üsturupsuz, sen sistemcisin bırak yazılımı dedim de bıraktım ama jest üstüne jest. Süper oldu. Artık daha kolaylıkla feyse de yetişebilirim uheah.


Bkz:

Varan 3:


Yine çok kez deneyip de bilemediğim, bilip de yapamadığım başka bir uygulamayı daha jest olarak aldım. Bu uygulamanın bir versiyonunda, yorumları silmek istersen ya hepsini silecektin ya da istemediklerinle beraber hepsi kalacaktı ama bu versiyonda daaataaam moderatör sensin, gerisi vız gelir, tırıs gider.

Bkz:Ortala


Yorum haznesinde bulunan yanıtla sistemi süper harika birşey, artık daha hızlı yanıtlar verebilirim. Çok istemiştim, çok sevindim. Tutarsız'ım seninle olan konuşmayı kes-yapıştır yaptım, sana sormadım ama sıkıntı yaptıysam affola.

Artık tutmasın beni kimse, yazarım.

Ellerine sağlık T.

16 Ağustos 2012 Perşembe

Hani Benim Gençliğim Anne!

Kaç yıl oldu bilmiyorum, neredeyse yaşımın dörtte üçü kadar sene önce babam ve annem ayrıldı. Ayrılmasıyla birlikte sayısız sıkıntı yaşamaya başladık.

Babam evi terk edip gitti ve gencecik bir kadına daha çocuk bile sayılmayan iki yavru bıraktı. Haliyle,o kadın, tek başına bir kadın Türkiye'de ne kadar başarılı olabilirmiş, ispatlamak adına didindi de didindi. Başardı da.

İki evladını büyüttü, okuttu, didindi. Tabi evlat olarak biz de annemin başını bir gün bile yere eğmedik, didindik, uğraştık, tabiri caizse nefes almadan, yaz kış bilmeden maddi manevi savaştık, durduk. Kendimize ait bir düzen kurduk, bizi bırakıp gidene sitem etsek de beddua etmeden annemizi el üstünde tuttuk.

Derken:

Aradan yıllar yıllar geçtikten sonra, aradan benim çocukluğum, gençliğim geçtikten sonra, kardeşimin çocukluğu geçtikten sonra, annemin ömrü bittikten sonra, peder bey barışmak istedi. Barışıp da yeniden evlenmek.

Neden?

Biz buna neler neler diyoruz. Biz buna göt korkusu, yalnızlık kaygısı diyoruz.

Ama biz bunu derken, yanılıyor - muşuz.

O kadar yıla, sıkıntıya aldırmadan, annem herşeye daha ılıman baktı. Kabul dedi. Tek bir gurur yapmadan, durumu onayladı. Siz evleneceksiniz, ben n'aparım diyerek. İçime işleyerek. Ses çıkarmadım. Sevgisine ya da artık uhdesine saygı duyarak.

Zamanı bekleyelim dedik.

İşin açığı, bu konuda bir yanım istiyor, bir yanım istemiyor. İstiyor çünkü, annem haklı. Yalnızlık başa bela. Her ne kadar biz evlat olarak, yanında olsak da bir nefes derler ya. O bir nefes önemli. Ve artık elalemin çenesi kapanmalı. Kapanmalı. Yıllar da olsa yıllara rağmen susmalı herkes. Herkes önemli mi? Benim skimde değil ama annem için fena önemli.

Bir yanım istemiyor, çünkü...
Madem dönecektin neden gittin?
Madem dönecektin neden sıkıntı çektim?
Madem dönecektin neden hep o rezillik?
Madem dönecektin neden neden neden?
Kabul edemiyorum!

Edemiyorum, annemin bir anda tamam demesi de zoruma gidiyor.
Yıllar yıllar geçmiş, biz artık eli ekmek tutan olmuşuz, neye ihtiyacımız var ki?
Baba sevgisini bilmedik ki artık ihtiyacımız olsun?
Neden işte neden???

Ben zaten iznimi bu tip sıkıntılarla geçirirken, dün daha bir gerildim ve anneme epey bir saydırdım, belki de susup patladım. Söylediklerimden pişman değilim ama olmamalıydı.

Dün hiç de laf düşmediği halde, annemin kankası(!) aradı. Ona sormuşuz gibi bu muhabbet hakkında yorum yapmaya başladı. Ben kibarca alttan aldıkça susmadı. Bizim annemle babamı barıştırmaya niyetimiz olmadığını, anneme acımadığımızı, yıllardır kadının rezillik çektiğini, şimdi bile nasıl ortamda çalıştığını, benim kaç senedir çalışıp da destek çıktığımı, eşek gibi annem yardım etmem gerektiğini, İstanbul'da yaşarken annemi düşünmediğimi, tabi ki anneme eşekler gibi alışveriş yapacağımı ve dahasını söyledi.

Kalakaldım.

Bu kadın buna nasıl cesaret edebildi?
Ne biliyor ki?
Ben kendimi bildim bileli çalışıyorum. İlkokuldan beri burslu, ortaokuldan beri de freelancer olarak çeviri yapıyorum. Elimde avucumda ne varsa maddi manevi annemle beraberim. Benim kadar iyi bir evlat varsa, cidden beri gelsin.

Bir güne bir gün gıkımı çıkarmadım. Ne denirse eyvallah.

Ama bu kadın?

Ben neden annemin mutlu olmasını engelleyim ki?
Annem rezillik çektiyse ben ne yaptım ? Göt mü yaydım?O çekerken ben ve kardeşim ne yaptık acaba? Biz sıkıntı çekmedik mi?

Hayır, sen elken ne bilip de laf ediyorsun! Senin evlatların İstanbul'da fink atarken ben eşekler gibi çalışıyordum, izne geldim de mutlu mu olabildim?

Ben o kadına da kızmıyorum, o el. Bu lafları söyleyebilecek cesareti veren anneme kızıyorum. Hiç mi evlat değiliz biz.

El insaf.
Günah yazık.

Hayır, milletin ağzı torba değil ki büzesin. Herkes her lafı eder. Hiç susmaz. Ama böyle lafları söyleyebilecek cesareti bulamamalı. Bunları söylerken annemin susması.

Yapma annem.

Yapma.

Sen mutlu ol diye ben susarım ama sen bizim mutsuzluğumuza susma!

Toplu Taşıma Araçları #2

Toplu taşıma araçları diye bas bas bağırmıştım bugün ya. Cidden malzeme sağlam çıkıyor bu toplu taşıma araçlarından, yadsıyamam.

Her ne kadar abartmayalım desem de yine bana durduk yere malzeme çıkarıyor ibneler, n'apalım!

Bugün kargoya kadar gidip gelmem gerekti, kargoya derken, kargom vardı işte, anlayın bre. Alt tarafı 15-20 dakikalık yola gidecektik, hani şöyle dur,indir,bindir derken maksimum 20 dakikayı alırdı. Al-a-madı. Evin önünden kocaman bir kutuyla ki kendisi yürüdükçe ağırlaştı, durağa kadar yürüdüm. El ettim, durdu.

Bindim. Parayı uzattım ve ineceğim yeri sıkı sıkıya tembih ettim. Bunu vurgulamam gerek, çünkü sanki ben tembihlememişim gibi beni 5 durak geride bıraktı erikçioğlu.

Bacıııım arkaya yanaş diye kırocan şoför haykırdı, haykırmasıyla, duymazdan geldim. Kenarda kıyıda dürümcü sandalyesine çöktüm. Resmen çöktüm, bir yandan elimdeki kutuyu tutmaya bir yandan da etrafa bakıverdim.

Ön koltukta 1 çift ve 2 çocuğu oturuyordu. Şakkıdı şakkıdı sakızını saymazsak eğer, kadının eli yüzü düzgündü ama adamın kaşı gözü oynuyordu.

Arka koltukta bir emmi ve yanında gayet bakımlı bir hanım oturuyordu. Hanım diyorum, cidden kulağı çınlasın, hanım gibi yardımcı oldu bana, sağolsun.

Hemen arkasında bir nine ve yaramaz bir torunu. Sürekli kutumu tekmeledi, delirtti. Delirtti. Olsun, nine tatlıydı. Alttan alırdım.

Arkada ağzı tavana açık 2 apachi, uyuyorlardı.

Ve diğerleri işte, sıradan insanlar.
Kendi hallerinde, pencereden dışarı bakan, mesaj atan.
Zaten buraya kadar bir sıkıntı yok. Sıkıntı birkaç durak sonrasında başladı.

Dolmuş bir anda dolmaya başladı, deli gibi.

Ve ben düzgün bir yere oturdum, dürümcü sandalyesinden.
Oturmamla beraber, yanıma ilişip kıııızım ben çok hastayım, izin versen de ben otursam diyen bir amca(!) göründü. Önce duymazlıktan geldim, sonra güzellikle birkaç durak sonra ineceğimi söyledim. Ses etmedi. Sanki beni duymadı, duymazlıktan geldi. Yineledi, yineledi.

Dayanamadım, daha şiddetli ama yine güzellikle durumu anlattım ve indim.

İndim. Ve küfrü kaydım.

***

Bütün bunları size bu soruları sormak için anlattım:

  • Neden her yaşı biraz geçkin amcalar teyzeler hasta olur?
  • Ve neden yaşı biraz geçkin amcalar teyzeler hastayken oradan oraya buradan şuraya gider, gezmeye çıkar?
  • Neden her dolmuş şoförü yolcunun ineceeek var, müsait yer lütfeeen diyeni duymaz?
  • Yoksa bütün dolmuş şoförleri sağır mıdır?
  • Neden dolmuşlar ağzına kadar dolu olmak zorundadır?
  • Neden her dolmuş, otobüste mutlaka durduk yere sizi öyle ya da böyle rahatsız eden amcalar teyzeler vardır ve bu amcalar teyzeler nereden gelir, nereye gider?
  • Neden bu amcalar teyzeler her daim evlatlarından, bilemedin gelinlerinden şikayet eder?
  • Ve ederken de neden herkesi rahatsız etme özgürlüğünü alır?
  • Neden bu amcalar teyzeler amca,teyze olduğunu unutup da bayanlara böyle abazan gibi bakar da bakar? Bu amcalara günah haznesi açılmamış mıdır yoksa?
  • Neden şoförler 3 kuruş fazla kazanmak uğruna 100 lira ceza ödemeyi göze alır?
  • Ve neden bu şoförler trafik polisi gördüğünde çömün* emrini verir.
İşte bu sorulara cevap arıyorum, sorulara cevap veriniz pls!
Ve dahası dahası.
Sonuç olarak, toplu taşıma araçlarından nefret ediyorum!

* Çömün Akdeniz yöresinde, yere çökün anlamına gelen bir kelimedir.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Toplu Taşıma Araçları

Toplu taşıma araçlarını kullanmayı hiç sevmiyorum, zaten İstanbul'da çok da fazla kullanmıyorum. İstanbul'da trafik sorunsalı ne zaman biterse, işte o zaman semt semt gezmeye karar verdim ilk kez otobüse bindiğimde.

Ancak izne geldiğimden beri, ne zaman dışarı çıksam, mecburen dolmuşları kullanmak zorunda kaldım. Zaten bu şehirde belediye otobüsü kavramı pek de popüler değil. Ve Allah'tan ki dolmuşlarımız son model, klimalı. Ve maalesef ki, bol kırolu.

Kardeşim, dolmuş şoförlerine hızlı ve öfkeli bros diyor.Boşuna demiyor, anladım. Adamlar öyle bir kullanıyor ki hacum resmen öd kesem resmen ağzımdan çıkacak gibi oluyorum, o kadar.

***

Dolmuşa binince en sevdiğim şeylerden birisi, genelde olduğu gibi , insanları incelemek. İnsanları inceleyip kendime malzeme çıkarıyorum velhasıl. Benim gibi etrafına bakıp da erkek kadın fark etmeden herkesi inceleyen var mıdır bilemicem ama ben ıdığı dıdığı herşeyine bakarım.

Mesela, ben eğer ayakta duruyorsam ve yan koltuktaki hatun ya da erkek mesaj atıyorsa, istem dışı (!) olarak insanlar ne yazıyorsa onu okuyorum. İnanın istem dışı :9 İstem dışı okurken, insanların nasıl olup da ayak üstü yalan söylediklerini görüyorum ve bunu ortalamaya döktüğümde 90% yalan söylüyor, pek acı.

10% 'luk kısım ise, ben gibi etrafı izleyip sevgilisine ya da sevgili adayına mesaj atıyor.
Mesela, 50 yaşlarında bir bey amca, dolmuştan inerken, kokoş karısına yardım etmek için, elinden tutup dolmuştan indirdi. Bu bizim kültürümüzde pek de görünen birşey olmadığı için ben de, mesajlarını okuduğum hatun da istem dışı kapıya bakakaldık.

Sonrasında, ben vay beee derken, hatun kişisi M****T isimli birisine, vay beee 50 yaşındaki bir amca karısının elinden tutup inmesine yardım etti vay beeee nerde böyle erkekler diye mesaj attı ki epey sesli güldüm. Bu arada bu yazıyı okursan hanım ablacım, kusura bakmayasın ama çok da sikik mesajlar atıyorsun, cidden fena ueha.

Bir defasında, Cennet'e gitmek için Taksim'den otobüse bindiğimde, yayıla yayıla oturan bir öküzün, yanındaki kıza aldırmadan, başka bir kıza sevgilim ben şuan evdeyim, annemle yemek hazırlıyoruz, sonra arayım seni diye mesaj attığını görmüştüm, okumuştum ve o an bu alışkanlığı edinmiştim.

Ben gibi var mıdır acaba böyle tuhaf alışkanlıkları olan, bilemedim.

Mesela, dolmuşa binen birçok insan gibi ben de yanımdaki teyze eğer + elektrik veriyorsa, dedikodunun dibine sessizce vuruyorum.

Mesela, dün teyzenin birisiyle aynı anda şoför kırosunu eleştirirken buldum ve sonrasında teyze sağolsun bana bütün hayatını ve bütün ailesini övünerek anlattım. 3 kelimesinden birisi oruç ve namazdı ama modern görüntüsüne bakarak biraz daha dinleyeyim dedim, kendimden pek de açık vermeden. Her ne kadar bana evli misin diye 6 kez sorsa da, sonunda yüzüğümü görüp düğün ne zaman diye sorabildi, raadladım. Teyzeye cevap vermeye çalıştım ama pek de dinlemedi. Olsun, kendi hayatımdan bahsetmek yerine, başka hayatları dinlemek daha cazip geldi.

Mesela, teyzenin büyük kızının felsefe öğretmeni olup da kocasının kıskançlığından çalışmadığını, altında arabası, cebinde parası olduğunu öğrenince ulan Rıza diye haykırasım geldi.

***
Ve anladım ki her 10 insandan 9.5'u yalan söylüyor. Yok böyle bir kalabalık! Hani kimsede para yoktu?! Maşallah herkes sokakta. Taksit ödemeye diye gittik annişle, vay amk herkes deli gibi alışveriş yapıyor, manyaklar gibi herşeyi alıyor. Hele yurt dışından Türkler gelmiş ya, of of of diyorum, dükkanlar dolup dolup taşıyor.

Yurt dışından Türk deyince, eğer bu yazıyı okuyan, yurt dışında yaşayan dostlar varsa lütfen cevap versin, neden o kadar abartı, o kadar rüküş ve o kadar zevksiz giyiniyorsunuz, düzelteyim, neden çoğunuz o kadar o kadar giyiniyorsunuz işte ve neden ulu orta yaşadığınız ülkenin dilini konuşuyorsunuz? Ben, sırf millet anlamasın diye İngilizce,Almanca,Yunanca ve dahasını konuşuyor muyum? Bu kendini gösterme çabası nedendir dostlar?

Yurt dışında okuyan,yaşayan ve zaman geçiren birisi olarak, hala neden çoğu Türk'ün pespaye şekilde gezdiklerini anlamış değilim, üzgünüm.

Üzgün olduğum başka bir konuda, insanların başkalarına ne kadar dindar olduklarını göstermek için sürekli dinden bahseden hareketler yapmasıdır. Bu hareketlerle dindar değil, sadece dinci olurlar farkında değiller ya, o ayrı.

Mesela, bir insanın telefon melodisi ya da mesaj sesi olarak neden besmele sesini seçtiğini anlatan bir kafa varsa beri gelsin. Karı kız keserken, mesaj geldiğinde besmele çekiliyorsa, bu müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan farksızdır.

Zaten kitabını okumayan birinin de kitaptan, dinden bahsetmesi de bir o kadar komiktir. Dinde zorlama yoktur diye bilinir ama bunlar nefsi zorlayacak herşeye evet diyor, o kadar yani.

O kadar da mantıkları işte .o. bu kadar.


14 Ağustos 2012 Salı

Kafa Sikmece Vol.4

Behlül izliyorum, her yaz olduğu gibi. Zaten yazın geldiğini yerli dizilerin ardı ardına yeniden ve yeniden ve yeniden ekranda olmasıyla ve Ramazan'ın geldiğini de Doktorlar dizisinin ardı ardına ardı ardına yeniden ve yeniden ekranda olmasıyla sindiriyorum. Maşallah, pek yaratıcı olduğumuz için, gına getirene dek, her saniye aynı şeyleri izliyoruz. Tıpkı politika gibi, tıpkı Türkiye'nin durumu gibi. Her yıl yine ve yine ve yine ve yine yüzlerce şehit verip binlerce eve ateş düşüyor. Biz de yine ve yine anlıyoruz ki her şey aynı.

Susalım, susalım bakalım.

***

İznim bitmedi, bitmesine daha çok var gibi ama aslında aslında az kaldı. 1 hafta sanırım. Pof. Zaten güzel olan her şey hemen biter gider. Kötü olan her şey de bitmek bilmez, bitmeden daha da süner ve can acıtır.

İzin bitmedi de bizim bey gitti. Bu sabah gitti. Tatilimiz hastalıkla başladı ama sonu güzel oldu, en azından öyle dedi Sevdiceğim. Pek de doyamadık tatile,denize,kuma ama bir o kadar doyduk güneşe, kavuran o kocaman yuvarlağa, neme.

O gidince, ev epey bir boş kaldı.
Ne bileyim, yaş ilerleyince artık, sanırım ailenden öte oluyor sanırım insana sevdiği. Tabi anneden öte, kardeşten öte kimse olamaz ama herkesin yeri farklıysa, of işte öyle.

Gitsin sağ salim de başka sıkıntım yok.

***

Bayram geliyor yine. Her bayram öncesi aynı sıkıntı, aynı kaygı aslında.
Bu sefer daha farklı bir kaygı var aslında. Bakalım, henüz hiç birşey belli olmadığından pek de ses edemiyorum ama cidden yusuf yusuf yüreğim ağzımda. Çok sıkıldım. Çok bunaldım.

Peder bey arıyor günde 372947657302 kez, belki daha da fazla. Konuşulanlar, daha doğrusu sarfedilen cümleler hep aynı, tek bir kelimesi bile farklı değil; güya izindeyim, nefes aldırmıyor - yeter. Hani insan diyor, ne ara bu kadar kıymete bindim - bindik diye. Hayırlısı diyelim, yine hayırlısı diyelim, başka diyecek söz mü bıraktınız amk!

***

Gidince bir ton stres, hala ev arıyorum, ev bakmaktan sıkıldım, ev sahiplerinin orosbu çocuğu olmasından bıktım, göt kadar, pasaklı evlere dünya para isteyen aç gözlü müslümanım diye geçinenlerden yoruldum. Yoruldum da n'apalım mecburum. 2. el eşya da bakmam gerek, adam gibi temizinden. Böyle aldığıma pişman etmeyen, taksitle ödeme yapabileceğim. Bakınca, amma sıkıntım var gibi. Yok, tabi hamdolsun.

Bilmiyorum, darlandım yine.
İstanbul'daki yastığımı özledim.
Öf annem gelse de biraz yürüyüş yapsak, ne zaman mesaisi biter ki.
Taam, sıkıldım.

Siz bana bakmayın, günün tadını çıkarın, keyfinize bakın.

12 Ağustos 2012 Pazar

Bazen Oturup Her Blogu İncelerim

Bazen diyorum acaba blogumu kapatıp böyle bol yemek tarifli, bol örgülü, bol makyajlı bir blog mu açsam?
Bunu söylerken, inanın kimseye bir laf sokma, bir polemik yaratma muhabbetim yok.
İtiraf etmek gerekirse, benim de severek izlediğim, muhabbetine doyamadığım çok blogger arkadaşım var.

Ama benimkisi tamamen duygusal nedenler.

Ne bileyim;
En azından okunurum.

Bazen burada yazarken, sanki kendi kendime yazıyor, çiziyor ve kimse tarafından fark edilmiyormuşum gibime geliyor. Sonra ansızın, pat diye düşen bir yorum oluyor, beni fena mutlu ediyor. Mesela, AYE var,sağolsun, bana yorum yapar, beni mutlu eder.
Ama yine de ne bileyim.

Bir çok blogu incelerim ben mesela.
İnsanlar ne yazar nasıl yazar neye bakar diye didiklerim blogları. Bazılarına güzel bazılarına ise sivri yorumlar yaparım. Çoğu beni kaile alır, kimisi ise skine takmaz.

Özellikle, tema ve yazı karakteri önceliğimdir. Ancak, en önemlisi, dilimizi kullanma şeklidir.
Benim de taaam diye yazdığım anlar olmuştur, olur da öyle bilerek, hani isteyerek yazılmıştır, cahillikten dolayı değil.

Evet, buna cahillik diyorum, çünkü -bilhassa- kendi dilini adam gibi kullanmayanların bir an önce blog alemini ve mümkünse mevcut durumunu terk etmelerini dilerim.

Mesela, herkes kelimesini herkez diye yazanlar bizden değildir.

Ya da;

Hala konuşma dilinde kasti olmadan yazanlar bizden hiç değildir.

Ben burada bizden değildir, bizden değildir diye yazarken, az önce ismi lazım değil bir bloga girdiğimde şok oldum, hatta felç geçirdim.

İsterseniz buna, ayol karı kudurmuş, kıskançlığından çamur atın deyin, dilerseniz de gelin sırtımı sıvazlayın aslansıııın kralsın naaaan deyin fark etmez. Fikrimden öteye adım atmam.

Blogun adı sanı cidden önemli değil, içeriği kozmetik. İşte, deneyip de tanıtılan ürünler, bilindik bir klasik yani. Mesela, ben bu konuda, yaaaani kozmetik blogu konusunda Chunli'yi tek geçerim. Cancanım nasıl da süper blog yazar, bloguna nasıl da sahip çıkar bilirim. Bu blog da diğer sıradan kozmetik blogları gibi. Ama gelin görün ki 600 + izleyicisi var. Buraya kadar bir sıkıntı yok ama sıkıntı şurada:

* Kullanılan dil çok yapay, çok basit, çok kötü. Evet, belki benim blogum kadar ağır küfürlü, bol hakaretli değil ama berbat bir Türkçe'yle yazılmış, harflere, eklere dikkat edilmemiş.
* İçerikler olabildiğince yüzeysel geçilmiş. Tanıtılan ürünler, sadece bunu şurdan aldım, bu bu kadar, bunu önerdiler diye geçilmiş, adam akıllı bilgi verilmemiş, sadece ne kadar zengin(!) sınıfından olduğu, alınan kozmetik ürünleriyle vurgulanmış da vurgulanmış.
* Ha bire saçma sapan post'lar yazılmış, yazılırken, konular çok alakasız kalmış. Ucu başı açık kalmış.
* Çekilişler yapılmış, yapılsın. Ama çekilişte hediye edilen ürünlerin çoğu başkasının hediyesi olarak verildiği not olarak eklenilmiş, bunu göz ardı edelim ama ben kendime aldım, 1-2-3 kere kullandım ayol beğenmedim, size gönderiyorum diye yarım,kullanılmış ürünler çekilişe konulmuş. Sanırım sterilizasyon nedir bilinmeye.

Ve dahası.

E bunlarda ne var diyebilirsiniz. Sizin için sorun olmayabilir ama ben çok taktım.
Neden mi?

Bu blog sahibi, Türkiye'nin en iyi üniversitesinde okuyan, üstelik en baba bölümlerinden birinde okuyan, 100% İngilizce okuyan, okumaya göt isteyen, göt isterken, götü kaldıran bir üniversite öğrencisi. Hani, o üniversitede 2 yıllık dandik, skindirik bir bölüm bile okusan ya da ne bileyim o üniversiteye ait herhangi bir sertifikaya bile sahip olsan, CV'ye gerek yok, o kadar.

Ve ben işte buna kızıyorum. Bu kadar taşşaklı bir üniversitede okuyan bir öğrenci, nasıl olur da bu kadar yoz, bu kadar berbat bir Türkçe'ye sahiptir. Şimdi ona sorsan, kesin ayyy İngilizce okumaktan böyle bazen zartzurt diye yorum yapar ki kendi dilini bilmeyen dil öğrenemez, öğretemez bu 1.kuraldır ki başka bir dili bilmek kendi dilinde anlatım ve imla hatası yapmana neden değildir.

Derken;

Böyle bir blogun 600+ izleyicisi varken, ben de diyorum, acaba gidip kendime bir blog mu açsam?

Üsturupsuz Alışveriş diye.

İşte o kadar.

Haksız mıyım ama?

Bu Bir Yazlık Yazısıdır: Eskiye Uzanan

Yazlık kavramını oldum olası sevmişimdir.
Belki otel odalarının soğuk gelmesindendir, bilmem. Ama kendimi bildim bileli yazlıklar bana her zaman daha sıcak daha güzel daha anlamlı gelmektedir. Belki de yazlığın da aslında bana ait olmasından. Neticede ev kavramı her daim önemlidir. Gerçi annem nefret ederdi, yazlıklardan. Hem başkasının evinin olması hem de yazlıkta temizlikten yemeğe her şeyin anneme kalmasından.

Küçükken, pek de küçükken bizim yazlığımız yoktu, daha sonrasında oldu da açıkçası pek bir şey anlamadık. O zamanlar babamın o zamanki can dostlarının ya da aile eşrafının yazlıklarına misafirliğe giderdik bir kaç günlüğüne. Sonrasında da hep oteller, pansiyonlar. Babam pek de öyle elalemin evinde kalmayı sevmezdi. Zaten babam oldum olası tek bir yerde tatil yapmayı da sevmedi o ayrı. Genelde kendisi tatile çıkınca, arabayı bizi, mangalı, çadırı ve dahasını atar, Akdeniz'den başlar Ege'den çıkardı. Bunu da çok severdim, neticede her şehri, her köyü gezmişliğim vardır amma yazlık deyince pek de şen olurdum. Belki de insan işte, olmayanı ister ya, ondan.

Dayımın yazlığı vardı mesela, pek de kalmasak da, severdim. İçin için de kuzenime kıl olurdum, yazlık arkadaşlıklarını kıskanırdım belki de. Bir defasında dayım beni ve kuzenimi yazlığa bırakıp işleri için memlekete dönmüştü de kendimden geçmiştim. Hatta o yaz, Ahmet adında, sarışın az uzun saçlı renkli gözlü bir çocuğa aşık olmuştum, sanırım babası sitenin güvenlik görevlisiydi ve bunlar ailecek orada yaşıyordu. O yaz platonik olarak epey kendi içimde birşeyler yaşamıştım ki sonrasında Ahmet çıkma teklif edince çocuktan soğumuştum, kız milleti işte. Gerçi o zaman aşık olmak nedir pek de bilmiyordum, neticesinde henüz lise 1'e yeni geçtiğim seneydi. Cep telefonum bile yoktu ki kuzenimin pek de havalı 3310'u vardı.

Kuzenim de rastlantı işte, yazlıklarından yazlık kiralayan benim çocukluk arkadaşıma aşık olmuştu. Gerçi arkadaşım Kaan'ın ona yüz verme olasılığı buzda yürümek kadar zordu. Neyse, zaten çocukluk işte, herkes ulaşılmazdı bir bakıma.

O yaz eğlenmiştim, yazlıktaydık, bir başımıza. 2 genç kız. Yüzüyorduk, voleybol oynuyorduk.
O yazdan bana kalan, sayısız arkadaş, kırık 2 parmak, voleybol sağolsun ve bronz bir ten olmuştu.
Fena mutluydum.

Derken, babam yazlık aldığını ilan etti. Şimdi keşke satmasaydı o yazlığı dediğim bir yerde. Alanya'da. Ama o dönem o yazlıktan da babamdan da nefret ettim. Çünkü babam bizi bırakıp gittiğinde kendine bir düzen kurmuştu, biz yokmuşcasına. Ve kendisine orayı mesken tutmuştu. Ev çok güzeldi, hep böyle hayallerimdeki yazlık ama cansızdı. Soğuktu. Annem yoktu, arkadaşlarım yoktu.

Sevemedim. Uzun sürede nefret ettim yazlık fikrinden zati.

Ta ki şu an ailemin yaşadığı ile taşınana dek. Oturmuş olduğumuz, yaşadığımız ev, hem yazlık hem kışlık şeklinde tercih edilen bir site. Mis gibi kumsalı. Çok güzel bir denizi ve tertemiz bahçesi var. Çok da büyük, kalabalık değil ama sakin de sayılmaz. İdeal. Ama yine de birşeyler işte.

Kopuk, eskimiş.

Geçen gün denizdeyken, 3 yan siteye doğru baktım. Orası halamın yazlığıydı, çocukluğum orada geçti neredeyse. Sahilde bulunan tahta diskoteği hatırladım bir an. Bizim de bir diskotek kültürümüz var, yani.
En son geldiğimde, Cartel gündemdeydi. O daracık her yanı açık duvarsız diskotekte Carteeeel biiir numaaara en büyüüüük diye şarkı söyler, herkes kop kop Cartel dansı yapardı. Sonrasında, gazinoda oh mis o müthiş ev yapımı hamburger yenirdi. Vay dedim, yıllar.

Yazlık işte.

Sonra anladım ki yazlık, benim çocukluğummuş. Bunun orayla burayla pek de bir ilgisi yokmuş, anladım.
Yazlık işte. Çocukluğum.

10 Ağustos 2012 Cuma

Ben Uluslararası Bir Şirkette Üst Düzey Yöneticisiyim. Haftasonları Kişisel Gelişimim İçin Tarla Sürüyorum

Yalan söyler misiniz?
Ne durumlarda yalan söylersiniz?

Şu an haberleri izliyorum, Amerikalı bilim adamlarının işi gücü olmadığı için, yalan ile baş ağrısı arasındaki doğru orantıyı bulmaya yönelik bir çalışma yapmış, aferin.

Yalan söylemenin gerek fiziksel gerekse psikolojik açıdan insan bünyesine baskı yaptığını bulmuş. Aferin.
Yalan söyleyenlerde baş ağrısının yalan söylemeyenlere göre daha sık rastlanıldığına rastlamış.
Hmmm.
İlginç.

Yalan söyleyenlerin yakalanma risklerine karşın, manevi açıdan baskı altında kaldıkları için, bazı ruhsal ve bedensel ağrılara maruz kaldığını söylemiş.
Vay be.

Amerikalı bilim adamlarının 31 yaş üstü -ki bu yaşın yalanla bir bağlantısı var mıdır, bilemicem- denekler üzerinde yaptığı deneyler bunu gösterirmiş, çok ilginç(!).

Allah aşkına böyle bir deneye ne gerek vardı ki? Stresin ve yalan söyleme zorunluluğunun baş ağrısına neden olması kadar normal bir şey yok ki. Bunu anlamak için, bilim adamı olmaya ne gerek vardı, bunu anlamadım. Neticede, bir insanın en çabuk ve en sık yakalandığı rahatsızlıktır, baş ağrısı. Yalana gelince, kimse yalan söylemesin:), ayak üstü 7362842073261 kez yalan söyleyebilme kabiliyetine sahibiz vesselam.

Mesela, her kızın mevcut, artık farz olan, olmazsa olmaz yalanları vardır; bunlar, genellikle,

---- sevgili, kilo ve cinsel münasebet---- ile ilgilidir. Bu yalanları söylerken, acaba ne hissederler bilemiyorum -ki inanın kendim bu konuyla alakalı yalan söyleme gereğini hiç duymadım. Neticede, kendime olan saygımı korumam gerek. Aksi halde, neden el- alem bana saygı duysun. E ne diyordum, he efenim, kızların sabit yalan söyleme konularıdır bunlar:

a.Sevgili:

Her yeni ilişki, nedense kızların 2.,3. ya da bilemediniz 4. ilişkisidir ve her yeni ilişkide mutlaka ve mutlaka en , hayır hayır tek ciddi ilişkisidir. Diğerleri öylesine olmuştur. E madem neden öylesine olmuş, neden olmuştur? Kendime bu soruyu sorduğumda, evet, itiraf ediyorum, şu an yaşadığım hisleri daha önce yaşamadım, çünkü ben daha öncesinde hiç nişanlanmadım:)

NE diyordum, kız milleti olarak, sormasa da erkek tarafı, nedense mevcut ilişkideki adam en yakışıklı,en sağlam,en taşıdır. Oysa, adam bununla ilgilenmez, tabiri caizse eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşüren bizizdir. Kendim böyle bir hataya düşmedim, neticede kimseyi kimseyle kıyaslamam, kıyaslayacaksam kimseyle olamam.

b.Kilo:

Her hatunun kabul edemediği ya da etmek istemediği yegane şeydir, fazla kiloları. Hele ki ilişki içinde bulunduğu kişinin bir önceki sevgilisinin taş olma riskine karşın, konu kiloya gelince yan çizer, şekilden şekile girer. Mesela, her ilişki başında, istem dışı göbek içeri, toto dışarı yapılır. Gereksizdir.

Her kızın sabittir kilosu, min. 50 max.58'dir. Daha fazlası hiç olmamıştır. Olsa da olmamıştır. Tartı mevzu bahis edilirse, tartıya çıkılmaz, hattası agresifleşilir ve dahası. Oysa, bu tür hareketler, ilişkiye olan güvensizliğin bir belirtisidir. Neticede, ilişkide görsellik bir yere kadardır, gerisi tamamen içseldir. Tabi bu dediğim gerçek ilişki için geçerlidir.

Her zaman fit olunur, her zaman no selulit, no yağ, no fazlalıktır. Hayvan gibi aç olunsa da yemek yenilmez, ayıptır. Ha siktir. Ayıp denilen kavram bu mudur? Ayıp, hayvan gibi yemek yememekle giderilir mi?

Bence bir ilişkinin ilişki olduğu an, sevgililerin birbirinden çekinmeden tartıya çıktığı andır.
Neticede, adam ya da kadın kişisi, birbirinin neresinde fazlalık olduğunu soyunmadan da fark edebilecek durumdadır. Böyle mallıklara ne gerek vardır?

c.Cinsel münasebet:

Ataerkil toplum olmamızdan mıdır yoksa mahalle kaygısından mıdır anlamıcaaam ama erkeğe verilen cinsellik kadına verilmemiş gibi davranılmasından bööögh geldi. Geri kafalısına geriyim, evet, erkeğin 1 adım hatta mümkünse 3 4 5 adım önde olmasını destekliyorum. Erkeğin yaşadığı her şeyi kadının yaşamaması gerektiğine de inanıyorum ama kadınların bu konuda mala bağlayıp yalan söylemesine de fena halde karşıyım. Karşıyım derken aklıma Çocuklar Duymasın'daki Mustafali geldi, hani her halta karşıyım diyen adam ueha. Amma kadınların her öpüşmede namuslarını temizlemeleri gerekiyorcasına hareket etmelerinden midem bulandı hacum.

Öpüşmeyle çocuk olmadığını anlayacak yaştayız neticede. Öpüşmek kadar da doğal birşeyin olduğunu da bilecek yaştaysak, taam sorun yok.

Ve dahasına gelince, herkesin kendi özelidir, herkesin kendi cinsel hayatıdır.
Ama nice arkadaşım var kiiii her çıktığı adama sen benim öptüğüm 2.adamsın yeminlen modunda yaşıyorlar. Abicim bu neyin kafası?

Zart zurt herşeyin deneyini, anketini yapan Amerikalı bilim adamlarına göre, eğer oğlunuz ya da kızınız, kısacası cinsiyet gözetmeden çocuğunuz, 11-12 yaşına gelince karşı cinsine ilgi göstermiyorsa, en yakın zamanda psikoloğa psikiyatriste götürünüz diyor. Doğrudur, çocuk gelişiminde de bu böyledir. Yani, kızlar öpüşmek normaldir, namusunuz gitmez. Daha öncesinde de söylemiştim, neticede namus ona buna bağlı,hele ki 2 bacak arasına bağlı değil ama tabi orası da pasaj değil,her gelen girsin.

Ama hani her öpüşmeyle de kendi namusunu temizleme, kendini paklama aklama çabasına giren kız da fena ezik. Bu kadar kendini kasmanın, karşındakine yedirtmeye çalışmanın manası nedir ki?

Neticede erkek ya da kız karşı tarafı bilecek kadar uzmandır.

Uzmanlıktan kastım, kimseye folloş muhabbeti çekmek değil ama birbirimizi yemeyelim dostlar, herkes öpüşür, herkes sevişir. Normaldir. Hormondur.

Yalan söylemenin manası yoktur ki.

Ayrıca, kimi kandırıyoruzdur?

Durum budur.

Buna bağlı olarak, bana sorarsanız, sen yalan söylüyor musun diye?
Elbette, minik minnacık yalanlarım vardır, gerçi yalanın büyüğü küçüğü yoktur ama, benim de vardır mesela yalanlarım. Aslında onlar yalan değildir, kandırıkçılıktır. Çünkü, yalan sevdiğine söylenir, gerisi ise kandırılır.

Buna bağlı olarak, yalan, evet, pedere söylerim. Hayatıma dair her şeyi bilmesin diye. Anneme söylemem, annem yalanı haketmez. Demem o ki, herkes yalan söyler.

Peki, siz, beni okuyan varsa, söylediği yalanı söyleyebilecek kadar cesur mu? -Gaz-
Ya da
Hangi konular da yalan söylersiniz, açık edebilir misiniz?

Sorum herkese, zorunlu değil, zaruridir.

---Güncellenmiş---
11.08.2012 17:35

Çok güzel bir yorum aldım feys hesabımdan, bu yazımla alakalı.
Açıkçası çok da mutlu oldum, yorum olarak değil de bu yazıya ek olarak yazmak istedim.
Sevgili Banu Çakar isimli değerli arkadaşım yorum yapmış, sizle de paylaşmak istedim. Amma çok istedim dedim, tuhaf. Buyrun yoruma- ki ben en çok da 3.süne koptum, ulan malak gibi yatıyorum, öyle gölgede bronz olmak nedir amk!

Merhaba, yalan yazın çok iyi...çok beğendim. Anlatım tarzını yani açık oluşunu net oluşunu çok beğendim(biraz da kendi tarzıma benzettim hoşuma gitti) benim yazılarım da öyledir buna ne diyor millet zeynalık mı, amazonluk mu bilmiyorum ama insanlara yani sümsükçe davranan ezilip büzülen insanlara bu yazıların bir garip geldiği gerçek.
Yalan sevdiğine söylenir gerisi kandırıkçılıktır çok iyi tespit. Yazım tarzını beğendiğim için okuduklarım arasında olacaksın bundan sonra...
p.s ha bu arada bence yalan konusunda en uyuz olduğum bir kaç tanesi de şunlar olabilir:
1- Kız iki saat makyaj yapar hayatta birgün onu makyajsız göremezsin sonra her sphpette der ki; ben makyaj yapmayı sevmiyorum, doğlallıktan yanayım!!! (hem makyaj yaparım hemde çatır çatır makyaj yaptım/yapıyorum derim, mıymıylık yapmam)
2- Okulda, evde çalışır eşşek gibi ondan sonra sınavda yüz alır sonra der ki, çok çalışmadım, sadece şöyle bir baktım ya vaktim yoktu!! (Bu konuda çalıştıysam hep dedim eşşek gibi çalıştım diye::DD)
3- Yanmak için iki saat hatta oniki saat güneşin altında yatar sonra der ki, hiç güneşlenmedim, gölgede vallahi!! ya yürü git enayimiyiz biz yoksa gerizekalı mı gördün?


Senin yazından sonra aklıma bunlar geldi ek olarak. Belki iyice düşünsem çıkar bir kaç tane daha...

Velhasıl yazını beğendim. Tanışalım

Selamlar, iyi yazmalar

9 Ağustos 2012 Perşembe

Altı Yüz: Yazıyla, 600: Rakamla

V harfinin zor bastığı bir netbuktan bağlanıyorum.
Evet, bu netbuk benim değil, öyle olsaydı emin olun en çok kullandığım harfler v değil, her zamanki gibi e ve a olurdu, beni tanıyanlar tanır bilir diye saçma sapan bir cümle kurmak istemezdim ama kurasım geldi, kusura bakılmasın. Az önce tivitlediğim gibi, biz de nazar var, eminim!

Gözü olanın gözü götüme, beş parmağı da bokuma diyorum efenim!Daha ne diyeyim ki. Biz derken, kim olduğumuz belli. Çok şükür adımız sanımız anamız babamız belli ama biz'i merak eden varsa bir buraya bir de şuraya tıklasın. Kendi kendime reklam mı verdim ne ueha.

Tamam, nerede kalmıştık.

Güneş,kum,deniz,sahil,havuç yağı,kakao yağı,bronzluk falan derken, mazaaallah güneş fena çarptı, bildiğiniz 3628274 kez atlet değiştirip terini sildim beyimin. Dedim ya nazar değiyor abi bize.

Tez zamanda iyi olsun ki kanım çekildi çekilecek, hatta nefes alamaz oldum. Tırnağına zarar gelse...

Of.

Beni sorarsanız, fena sayılmaz, baş ağrısı ve sütten beyaza yakın tenimle tatildeyim hala.
Yazmak isteyip de yazamadığım tümceler var, bugün yine gardaşımın tumbrl'sını okudum, tumbrl'ı doğru mu yazdım, bu da şüpheli ama. Her neyse işte, epey yazmış hatta sağlam yazmış, ulan ne ara o kadar yazar oldu bilemedim, kusmakla susmak arasında gel git'teydi oysa.

Ve 600.izleyicim hayırlı olsun. Fahim bey hoşgeldiniz. Eğer bana mail atarsanız, iletişim bilgilerinizi - adres gibi- size vuhuuu izleyici acizane armağanını tatil bitişi gönderebilirim.

Gidip bi çay koyayım o zaman. İçelim de belki iyi oluruz.

- Sıcak ki.

#Güncelleme: Öyle uzun biii aradan sonra yarın kargonuz yola çıkacaktır. Sevgiler.

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.


LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.

Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.

Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.



Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Sıcak - Daha da Sıcak Olacak!

Bu Ramazan'da bu sıcak ne diye?

Ey ahali! Burası yanıyor ama deniz bir harika.
Ve caretta caretta'lar yumurta bırakıyor çokça sahilimize. Derken, bugün annem dedi, bazı kendini bilmez mallar, o yumurtaları tek tek toplayıp tanesini 15 liradan satıyormuş, ulan n'apacaksınız anlamadım ki? Allahsızlar. Bırakın kaplumbağalar özgür kalsın!

6 ay sonra evime geldim, düzeltiyorum, Sevdiceğim'le geldik. Sıcağı sevmez bünyesi, sevdirmeye çalışıyorum buraları. Ama sevdi. Mis gibi. Gerçi bizim tontoşa alışamadı ilk önce. Ne de olsa adam akıllı ilk tanışmaları. Bizimki de fena kıskandı, misal, yan yana oturup çay bile içemiyoruz, illa ki yanımızda 1 patisi ben de 1 patisi de sevdiceğim de. Biraz garipsedi bu durumu bizim bey ama ben alışkanım. Eee kim yetiştirdi ki beyfendimi? Sevecenliğimi, güler yüzlülüğümü verdiğim gibi, mızmız ve kıskanç halleri mi vermiş olmam normaldir heralde.

Ama itiraf edeyim.

Biraz yabancı kaldım evime. Sanırım uzakta kaldım birazcık. Bundandır. Neticede aylardır iş - ev arasında zikzak çizdim. İstanbul'dayım ben yaauuuvvv diye kendimi kandırsam da adam gibi bir yere gidip gelemedim. Sivil hayatta daha raad ediceeeemm naraları da yalan dolan. Evime biraz dediğim gibi yabancı kaldım, neyse daha 10 günden fazla iznim var. Gerçi biraz-cık İstanbul'u özledim o ayrı. Bizim bey de aynısını söyledi. Ben seni bu evde görünce yabancıladım dedi. Normaldir.

Öğrenciyken de aynısı olurdu. Evimden ayrılınca yol da ağlak ağlak olur, evime varana dek , hatta vardığımda ev hasreti çekerdim, sonra telaşa kendimi kaptırıp alışırdım. Sonra, eve dönünce evimi özler, yine mala bağlardım. Şimdi de aynısı oluyor, İstanbul'a gidince annemi, kardeşimi ve :( belki de en miniğimi oğluşumu özlüyorum, buraya gelince de sevdiceğim uzakta kalıyor diye O'nu özlüyorum:( Taam şimdi benimle ama o benden erken dönecek, malum işi gücü var ama ne biliiiim. Neden sevdiklerimiz hep yanımızda olamıyor ki?!

:(:(:(

Taam, hüzne bağlamanın alemi yok.

Sıcak demiş miydim?

Tatile çıkamayan ve bu yazıyı okuyan ve beni okuyan varsa, tamam söz bronz olurken sizi düşüneceğim ve bir kulaç da sizin için atacağım.

yeakyeakyeak.

xoxo

3 Ağustos 2012 Cuma

Tatil Öncesi: Gelecek Ay Görüşürüz

Yazacak çok şey varken, yazmak istemiyorum. Zaten aldığım kitapları da okumak isteyip de okumuyorum. Bana bakıyorlar melul melul ama 3 sayfa sonra bünyeme ağır gelen bir durum var. Oruçtan mıdır nedir kolumu kaldırmaya mecalim yok. Aslında orucu bahane etmek istemem ama sanırsam bu sıcaklar fena fena.

Diyet yapıyorum bir de. Ramazan diyeti.
Bir halta yarıyor mu bilmem ama canım herşeyi istiyor, sulu olan herşeyi.

Gerçi dün nasıl bir yağmurdu, su olsun olmasın istedim. Tam da minnak kedicikleri izliyordum, usul usul mama yemelerine bakarken ani bastıran yağmur, hepsini kaçırdı. Kışın gelmesini ister oldum yine. Ama gelmesin de. O kadar soğuk oluyor ki ne yapacak o minik hayvancıklar.

Hayat adaleti olmayan bir düzen zaten.

Sivilce çıktı ansızın, hem de üst dudağımda, ben'imin hemen kenarında. Sızlıyor.

Arnavut böreği nasıl bir şey, merak ediyorum; bari bugün su böreği yapayım. Bilen varsa yine de, mesela tarifini gönderebilir.

İstanbul'da her adımda bir göçmenle tanışmak da bazen sinir bozucu. Hayır, bizimkiler de göçmüş göçmesine de bu Bulgar, Yugoslav göçmenleri ayrı bir güzel. Suyundan mıdır bilmem ama saçlar başlar. Hay bin Allah!

Kan değerlerim iç açıcı az biraz. Değerlerimde minik değişmeler var, sevindirici.

Of.

Ve gidiyoruz; çok çalıştık!
Sevdiceğim'le hoppidi gidiyoruz.

6 aydır ailemi görmedim neredeyse, neden geldim İstanbul'a türküsünü fena ezberledim illallah! Uzun süre yokum, o koy bu koy bu sahil şu sahil yandaki de orman modunda gezmekte olacağım, olacağız daha doğrusu. Anlayacağınız, bir aileden çıkıp bir aileye geçiyoruz. O yüzden bir süre yokuz.

Kalın sağlıcakla, unutmayın bizi, unutturmayın bizi.